Está en la página 1de 113

T. C.

İstanbul Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü

Felsefe Tarihi Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi

Platon’da Yöntem Sorunu

Ahmet Emre Dağtaşoğlu

2501050034

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Ayhan Bıçak

İstanbul 2007
PLATON’DA YÖNTEM SORUNU
Ahmet Emre Dağtaşoğlu

ÖZ

Platon’da yöntem sorunu, diyalektiğin vecheleri olarak görülen Sokratik


Çürütme (Elenkhos), Hipotez, Bölümleme ve Toplama yöntemleri de etraflıca
incelenerek ele alınmaya çalışılmıştır. Bu meseleler vesilesiyle Platon felsefesinin
önemli bazı kavramlarına ve sorunlarına da değinme fırsatı doğmuştur.
İlk olarak Elea okulu ve Sofistler konuyla ilgileri çerçevesinde incelenmiş,
hemen ardından da Platon felsefesi ana hatlarıyla sergilenmeye çalışılmıştır. Daha
sonra Platon’da karşımıza çıkan ve diyalektiğin vecheleri olduğunu gördüğümüz
yöntemler üzerinde durulmuştur. Çalışma yürütülürken Diyalogların tarihsel
sıralanışı ve Platon’un düşünce serüveninin tabi tutulduğu sınıflamalar, gereğinden
fazla belirleyici olmamalarına da dikkat edilerek, ana hatlarıyla takib edilmiştir.
Yöntemler tarihsel sıralamalarına göre sergilenirken aralarındaki benzerlik ve
ayrılıklara da işaret edilmeye çalışılmıştır. Bunun neticesinde temele alınan ilke,
amaç ve kişinin bilinç durumu gibi hususların yöntem sorununda belirleyici rol
oynadıkları görülmüştür.
Platon’un sınırları kesin olarak çizilmiş olmasa da belli bir projeyi takip ettiği
söylenebilir. Bu bağlamda felsefesi dağınıkmış gibi bir izlenim yaratsa da genel
olarak değerlendirildiğinde bir bütün oluşturmaktadır. Ayrıca, felsefede yapmaya
alıştığımız ontoloji, epistemoloji, mantık gibi ayrımlar aslında arızi ayrımlardır ve
bu alanların problemleri tahmin edilenden daha sıkı bir biçimde birbirlerine
bağlıdırlar. Felsefe sorunlarında derinleşebilmek için bu bağlantıları kavramak
oldukça önemlidir. Yöntem sorunu üzerine düşünmek ise bu bağlantıları kavramak
için bir çıkış noktası sağlayabilmektedir.

iii
THE PROBLEM OF METHOD IN PLATO
Ahmet Emre Dağtaşoğlu

ABSTRACT

The problem of method in Plato was discussed by analyzing Socratic Refutation


(Elenchus), Hypothesis, Division and Collection methods thoroughly which are
considered as aspects of dialectic. In doing so, the opportunity was born to deal with
important philosophical concepts and problems of Plato.
First of all, The Eleatic School and The Sophists were examined within the
limits of their relevance to the subject and then the main lines of Plato’s philosophy
were presented. Afterwards, the methods, which are considered as different aspects
of dialectic and seen in Plato, were studied. During the study, the chronological
order of the dialogues and the calssifications of Plato’s thought were examined
following the main lines by paying attention for them not to be more important and
determinative than they must be. While the methods were being represented by their
cronological order, the differences and the similarities between them were pointed
out. The outcome showed that subjects like the principle, aim and consciousness of
the individual played a decisive role in the issue of method.
One can say that despite the fact that Plato has no certain lines, there is a definite
project that is followed. In this context, though his philosophy may look scattered,
but once evaluated as a whole, it is continuum. Moreover, the parts like ontology,
epistemology and logic are not absolute distinctions and the issues of these fields are
much more connected then one could imagine. In order to go deep into philosophical
issues it is crucial to understand these connections. And thinking on the problem of
method can provide a starting point to figure out them.

iv
Önsöz

Felsefe sorunları üzerine düşünmeye ve derinleşmeye çalışan bir öğrenci olarak


ilk önce ilgi duyduğum problemler ontoloji problemleri oldu. Bunun sebebi ise
aldığım eğitim boyunca öğrendiklerim ve tecrübe ettiklerimin bana felsefede
karşılaşılan problemlerin sonuç olarak gelip ontolojiye dayanıyor olduklarını
düşündürmeleriydi. Bunun ardından, aslında meselenin ilk anda görünenden daha
karmaşık olduğunu ve epistemoloji, ontoloji, mantık gibi alanların sorunlarının içiçe
bulunduklarını düşünmeye başladım. Sonunda, ontoloji üzerinde özel bir çalışma
yapmadan önce felsefe disiplinleri arasındaki bağlantıları daha iyi kavramanın hem
önemli bir adım olduğu hem de sonraki çalışmalar için zemin oluşturabileceği fikri
çekici bir hal aldı. Bu sebeplerden dolayı yöntem üzerine düşünmenin, bu
bahsedilen bağlantıları anlamak ve derinine inmeye çalışmak için faydalı olacağı
düşüncesiyle “Platon’da Yöntem Sorunu” üzerine bir çalışma yapmaya karar
verdim.
Bu çalışmanın Platon üzerine yapılmasının temel nedeni ise lisans dönemindeki
okumalarıma dayanmaktadır. Platon’un felsefe tarihindeki önemine ve çalışmanın
neden bu filozof üzerine yapıldığına dair açıklamalar tezde verilmeye çalışıldığı için
burada farklı bir yönüne değinmek daha uygun olabilir. Şöyle ki, Platon’un
diyalogları ilk okunduğunda felsefi kaygılardan bağımsız olarak da insana estetik bir
haz vermekte hatta keyifli gelmektedir. Ancak Platon felsefesi matruşka bebekleri
gibi açıldıkça açılmakta ve tabiri caiz ise kişiyi diyalogların bu renkli yapısı ile
derine çektikten sonra bir anda vurgun yemesine neden olmaktadır. Çünkü eğlence
ile başlayan bu okumalar okuyucuyu bir noktadan sonra ciddi felsefe sorunlarıyla
karşı karşıya getirmektedir. Bu da aslında Platon’un dehasının başka bir yönü
sayılabilir.

Tezin Giriş bölümünde ilk olarak “yöntem” kavramının etimolojik kökenine


kısaca değinilmiş ve yöntem üzerinde durulmasının sebepleri açıklanmaya
çalışılmıştır. Bunun ardından birinci bölümde Platon’dan önce yöntem sorunu, Elea
Okulu ve Sofistler bağlamında ele alınmıştır. Bu bölümde Platon’dan önce yöntem

v
sorununda ortaya çıkan önemli bazı unsurlara ve Platon’un düşüncesinde de etkili
olan hususlara değinilmeye çalışılmıştır.
İkinci bölümde ise Platon’un kaygılarına da değinilerek felsefesinin temel
kavramlarının kökenlerine işaret edilmiş ve Platon felsefesini ana hatlarıyla
sergilemek amaç edinilmiştir.
Üçüncü bölümde diyalektik ile diyalektiğin vecheleri olduğunu
söyleyebileceğimiz Sokratik Çürütme, Hipotez, Bölümleme ve Toplama yöntemleri
ele alınmaya çalışılmıştır. Diyalogların tarihsel sıralanmaları ve aralarındaki
ilişkilerin önemi dikkate alınarak önce Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemi
incelenmiş, ardından diyalektik, özellikle Devlet diyaloğundaki ilgili bölümlere
dayanılarak sergilenmiştir. Bölümleme ve Toplama yöntemlerine ise diyalektikten
sonra yer verilmiştir. Bunun temel sebebi, Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin
diyalektiğin iç işleyişi ile ilgili görünmesi ve genel olarak Platon’un diyalektikten ne
anladığını ortaya koyduktan sonra bu yöntemlerin daha iyi anlaşılabilecek
olmalarıdır.
Sonuç bölümünde elde edilenler ise iki farklı bağlamda ortaya konmuştur.
Bunlardan ilki doğrudan Platon felsefesi ile ilgili olmayıp bu felsefe üzerine
düşünmenin bize sağladıklarından yola çıkılarak varılan genel sonuçlardır. Diğeri ise
doğrudan Platon felsefesi ile ilgili olanlardır.

Bu mütevazi çalışmanın ortaya çıkmasında felsefe sorunlarını tartıştığım tüm


arkadaşlarımın ve hocalarımın önemli katkıları vardır. Bu değerli katkılarından
dolayı hepsine ayrı ayrı teşekkür etmem gerekmektedir. Ama sadece yüksek lisans
aşamasında değil öncesinde de emeğini esirgememiş olan, karşılaştığım güçlüklerle
yüzleşebilmem için sorduğu sorularla, işaret ettiği noktalarla ufkumu açarak
cesaretlendiren hocam Prof. Dr. Ayhan Bıçak Bey’e teşekkürden fazlasını
borçluyum.

vi
İÇİNDEKİLER

Sayfa
Öz (Abstract)…………………………..………….……………………………... iii
Önsöz……………………..…………………………..………………………….. v
İçindekiler………………………………………………………………………... vii
Kısaltmalar Listesi………………………………………………………….......... viii
Giriş………………………………………………………………………………. 1
1. BÖLÜM: PLATON’DAN ÖNCE YÖNTEM SORUNU…………………....... 5
1.1 Parmenides ve Elea Okulu...........…………………………………….. 6
1.2 Sofistler……………………………………………………………….. 10
2. BÖLÜM: PLATON FELSEFESİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ HUSUSLAR……….. 15
2.1. Platon’un Kaygıları ve Bunların Felsefi Serüveniyle Bağlantısı.......... 16
2.2. Platon Felsefesinin Ana Hatları ve Kökenleri…………..…..……..…. 22
3. BÖLÜM: PLATON’UN DÜŞÜNCE SERÜVENİNDE KARŞIMIZA ÇIKAN
YÖNTEMLER ve ÖZELLİKLERİ…………………………………. 38
3.1. Sokratik Çürütme Yöntemi (Elenkhos)……………………………….. 40
3.2. Hipotez Yöntemi……………………………………………………… 48
3.3. Diyalektik …………………………………………………………….. 55
3.3.1. Bölünmüş Çizgi Benzetmesi ve Yöntem…………………… 66
3.3.2. Mağara Benzetmesi…………………………………………. 73
3.4. Bölümleme ve Toplama Yöntemleri………………………………….. 82
Sonuç…………………………………………..….....……..………………..……. 97
Kaynakça……………………………………………………………………….… 103

vii
Kısaltmalar Listesi

A.g.e. Adı Geçen Eser


Bkz. Bakınız
Bs. Basım
Çev. Çevirmen
Ed. Editör
Haz. Hazırlayan
K.g. Karşı Görüş
M.E.B Milli Eğitim Bakanlığı
M.Ö. Milattan Önce
S. Sayfa
Trans. Translation
V. d. Ve diğerleri
Vd. Ve Devamı
Vs. Vesaire
Yay. Yayınları
Yy. Yüzyıl

viii
GİRİŞ

Türkçede sık kullanılan “-tem” ve “-dem” ekleri, er ile ilgili olan anlamına gelen
“erdem” ya da gün ile ilgili olan anlamına gelen “gündem” kelimelerinde olduğu
üzere ilgi belirtmektedirler. Bu bakımdan “yöntem” kavramının yön kelimesi ile “-
tem” ekinden mürekkep “yön ile ilgili olan” anlamına gelen bir kavram olduğu
söylenebilir.1 Günlük kullanımda yerleşmiş olan anlamı ise “bir amaca erişmek için
izlenen, tutulan yol, usul, sistem”2 olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla “yöntem”in
hem fikrî hem de pratik alanda izlenmesi gereken yol ile alakalı olduğunu
söyleyebiliriz.
Felsefi düzlemde yöntem sorunu gözönüne alınacak olursa, konunun ilk anda
farkedilenden daha çetrefilli bir sorun olduğu hemen görülür. Bu sorun ile ilgili
olarak akla ilk gelen sorulardan bazıları şunlardır: Yöntem belli bir amaca ya da
düşünceye ulaşmak için kullanılan bir araç mı yoksa bizi sonucunu bilmediğimiz bir
yere götüren yol haritası mıdır? Yöntem bizi bilmediğimiz bir sonuca aşamalı olarak
götüren yol haritası ise düşünmenin sadece mekanik bir işlemi gerçekleştirmekten
ibaret olduğunu söylemek gerekmez mi? Buna bağlı olarak eğer yöntem belli bir
yere ulaşmak için kullanılan araç ise ve farklı araçlardan söz edebiliyorsak, yöntemi
seçerkenki ve kullanırkenki şartların ne gibi bir önemi vardır? Ya da yöntemin hem
bir araç hem de bir yol haritası olduğu söylenemez mi? Düşüncemizde temele
aldığımız ilkeler ile yöntem arasında bir bağ var mıdır, eğer varsa, bu, nasıl bir
bağdır? Yöntem, düşünce ve varılan sonuç arasında ne menem bir ilişki vardır?
Yöntem ile düşünce arasındaki bağlantının “bilinç” ile bir ilgisi var mıdır? Yöntem,
düşünce faaliyetlerinde önceden belirlenen birşey midir, yoksa düşünce faaliyeti
esnasında mı ortaya çıkar? Aynı yöntemi kullanan insanlar bile neden çoğunlukla
farklı sonuçlara varırlar? Yöntemsiz bir düşünme etkinliği mümkün müdür?...
Bu soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Ama sadece yukarıdaki sorulardan
bile yöntem sorununun ne kadar farklı vechelerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu
bağlamda yöntem sorununun çeşitli felsefi problemlerle yakından ilişkili olduğu
söylenebilir. Bu çalışmanın asıl amacı ise yukarıdaki sorulara tek tek cevaplar

1
Bkz. İsmet Zeki Eyuboğlu, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, 4. bs., İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2004, s. 765-766 ve 302-303.
2
Hasan Eren v. d., Türkçe Sözlük, Ankara, Türk Dil Kurumu Yayınları, 1988.

1
aramaktan ziyade Platon’da yöntem sorununun hangi mecralarda ilerlediğini,
felsefesiyle bu meselenin nasıl bir ilişkisi olduğunu ve bu bağlamda ne gibi sonuçlar
çıkarılabileceğini görmektir. Dolayısıyla bu çalışmada yukarıdaki sorulara tek tek
yanıtlar aranmayacak, bu sorular saklı tutularak Platon’da yöntem sorunu ele
alınmaya çalışılacaktır.

Böyle bir çalışma için dönem olarak Antikçağ’ın ve Antikçağ düşünürleri


arasından da Platon’un seçilmiş olmasının bir kaç nedeni vardır. Jyl Gentzler’in de
belirttiği üzere yöntem üzerine düşünülmeye başlanması Batı’da felsefenin
başlangıcına işaret eder. Bu yüzden Antik düşünürlerin akıl yürütme yöntemleri
üzerine dikkatimizi yoğunlaştırmak oldukça faydalıdır.3 Ayrıca, günümüzde de
geçerli olduğu söylenebilecek bazı felsefi problemlerin kökenlerinin Antikçağ’a
uzanıyor olması bu dönemi önemli kılan birbaşka nedendir.
Platon ise sadece Antikçağ’ın değil tüm felsefe tarihinin en önemli
filozoflarından birisidir. Bu önemin nereden kaynaklandığı Platon felsefesi
kavranmaya çalışıldıkça daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bakımdan bu meseleyi üç beş
cümle ile özetlemek mümkün değildir. Buna rağmen önemli bazı hususlara
değinmek yerinde olacaktır.
Platon’un eserlerinin önemli bir kısmı, ondan önceki filozofların eserlerinin
büyük çoğunluğu kayıp olmasına rağmen, günümüze kadar ulaşmışlardır. Bu
eserlerde Platon, felsefe tarihinde büyük önemi haiz birçok probleme temas etmiş ve
yanıtlar getirmeye çalışmıştır. Örneğin Kratylos diyaloğu dil felsefesi ile, Devlet
diyaloğu epistemolojik-ontolojik altyapısı ile birlikte hem eğitim hem de siyaset ile
ilgilidir. Theaitetos, Parmenides, Sofist ve Devlet Adamı gibi diyaloglarda ise
yoğunluklu olarak felsefenin temel meseleleri olan bilgi ve varlık sorunları ele
alınmıştır. Dolayısıyla birçok problemin etraflı olarak ele alındığı bu eserler tarihsel
olarak da önem kazanmışlardır. Bunun yanı sıra Platon’un ele aldığı sorunlar ile bu
sorunlara getirdiği yanıtlar sadece kendi döneminde önemli olmamış, örneğin
Ortaçağ’da ve Yeniçağ’da da felsefi açıdan önem arz etmeye devam etmişlerdir.

3
Jyl Gentzler, Method in Ancient Greek, Ed. Jyl Gentzler, New York, Oxford University Press,
2001, s. 1.

2
Hatta Platon’un ortaya koyduğu düşüncelerin çağımız için de önem taşıdığını
Anders Wedberg’in şu tespiti göstermektedir:

“Biz modern mantıkta bir yandan yüklemler (nitelikler, özellikler, ilişkiler)


ve diğer yandan sınıflar arasında bir ayrım yapmaya alışmış bulunuyoruz.
Platon’un bir idea fikri bu modern kavramlarla açıkça çok yakından
ilişkilidir. Tarihsel bir olgu olarak Platon’un bir idea fikri bu modern
kavramların atasıdır. Öyle ki belli bir incelmeye uğramış, ince ve teknik
4
ayrımlar kazanmış bu kavramlar aynı soydan gelirler.”

Platon’un düşüncelerini aktarmayı seçtiği üslup da oldukça önemlidir. Çünkü


eserlerini, hakikatin ölü bir şey olan yazıya aktarılmasındaki çekincelerinin de
etkisiyle olsa gerek, diyaloglar şeklinde telif etmiştir. Örneğin Dion’un yakınlarına
öğütler verdiği 7. Mektub’unda konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:

“…aklı başında hiçkimse, özellikle yazı olarak değişmez bir biçimde


formule edilmişse, düşüncelerini ona [yani dile] teslim ederek tehlikeye
atmayacaktır.”5

Yine aynı mektubun (344-c) pasajında Platon, ciddi işlerle uğraşan ciddi
birisinin, düşüncelerini yazmaktan sakınması gerektiğini belirtmektedir.6 Dolayısıyla
Platon’un diyalog üslubunu tercih etmesinin en büyük nedeni, yazının donuk ve
değişmez durumundan kaynaklanan sakıncaların diyalog üslubu ile belli noktalara
kadar giderilebiliyor oluşudur diyebiliriz. Bu ise Platon’un fikirleri üzerinde birçok
yorum yapılabilmesini ve dolayısıyla zenginleşmesini sağlamıştır. Ayrıca diyaloglar
sadece içerikleriyle değil yazılış sıralamalarıyla da önem arz etmektedirler. Çünkü
diyalogların yazılış sıralaması ve Platon’un düşünce serüveni de, ilerleyen
bölümlerde üzerinde durulmaya çalışılacağı gibi, felsefenin kendisi ile ilgili olarak
birçok şeyi bize dolaylı olarak öğretebilmektedir.
Platon’un düşüncelerinin ve bu düşünceleri ortaya koyduğu diyaloglarının,
okuyanları problemler üzerine düşünmeye ve sorgulamaya zorladığı, dolayısıyla
felsefi tavrın özelliklerinden en önemlisine kişiyi tatbiki olarak alıştırdığı

4
Anders Wedberg, “İdealar Kuramı”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed. Ahmet
Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1, s. 87.
5
Plato, Epistle VII, 343-a, Trans. R. G. Bury, Ed. Jeffrey Henderson, London, Loeb Classical
Library, Harvard University Press, 2005, s. 535.
6
Plato, a.g.e., 344-c.

3
söylenebilir. Buna örnek olarak Sokratik diyalogların sorgulayıcı yapıları ve genelde
bir çıkmazla sonuçlanmaları gösterilebilir.

Platon’da yöntem sorununun seçilmesinin de yine birkaç önemli nedeni vardır.


Yukarıda da değinildiği üzere yöntem sorununun farklı vecheleri olduğu
görülmektedir, dolayısıyla bu sorun üzerinde durulması farklı felsefi problemler
arasındaki bağlantıları kavramaya yardımcı olmaktadır. Platon’un eserlerinin diğer
filozofların eserlerine nazaran dağınık bir biçimde yazılmış olduğu hatırlanırsa,
farklı problemler arasındaki bağlantıları iyi kavramanın Platon’u anlamak için ne
kadar büyük bir önemi haiz olduğu daha iyi anlaşılabilir. Zira Platon’un düşünce
serüvenini bir bütün olarak kavramak onun fikirlerini anlayabilmek için büyük önem
arz etmektedir. Aksi takdirde onun düşüncelerine yabancı kalacağımız gibi yazdığı
eserlerle okuyucularına ilham etmek istediği felsefi tavra da uzak düşeriz.
Platon’un, fikirlerini diğer filozoflara nazaran daha dağınık bir şekilde ortaya
koyarak eserlerini diyaloglar biçiminde telif etmiş olması ve hakikatin yazı ile
aktarılması konusundaki çekinceleri umut kırıcı olabildiği gibi, karşımıza zaman
zaman birçok tartışmalı hususun çıkmasına da sebep olmaktadır. Bu ise Platon’un
düşünce serüvenini bir bütün olarak anlama çabamızı zorlaştırmaktadır. Fakat bu
çalışma boyunca sergilenmeye çalışılacağı gibi Platon’da yöntem sorunu üzerine
yoğunlaşmak hem felsefe tarihi boyunca tartışılmış olan bazı önemli sorunları
görmek hem de Platon’un düşüncesini bir bütün olarak kavrayabilmek ve eserleri
arasındaki bağlantıları anlayabilmek için bize önemli bir açılım sağlayabilmektedir.
Dolayısıyla bu çalışmada yöntem sorunu merkezinde Platon felsefesi anlaşılmaya
çalışılacak ve buna bağlı olarak Platon’un ele aldığı bazı felsefi problemler üzerinde
durulacaktır.

4
1. PLATON’DAN ÖNCE YÖNTEM SORUNU

Platon’da yöntem sorununu ele almadan önce kısa bir biçimde ve ana hatlarıyla
da olsa meselenin Sokrates öncesi felsefede hangi mecralarda tartışıldığı ve nasıl
şekil aldığı da gözden geçirilmelidir. Bu durumda karşımıza iki önemli oluşum
çıkmaktadır; bunlardan ilki Parmenides ve Elea okulu ikincisi ise Sofistlerdir.
Parmenides, Platon’un kendi felsefi görüşlerini oluşturmak için hesaplaşmak
zorunda kaldığı bir düşünürdür. Ama sıkı bir hesaplaşma söz konusu olsa da Platon
kimi temel ilkelerde Parmenides’i hep sıkı sıkıya izlemiştir.7 Bunun yanında
Platon’un özellikle erken diyaloglarında kullanılan Sokratik Çürütme yönteminin
Zenon’un kullandığı yönteme çok şey borçlu olduğu da bir gerçektir.8 Sofistler ise
özellikle Sokrates ve Platon’un düşünce serüvenlerinde önemli bir rol oynamışlardır.
Hatta Jaeger’in tespitine kulak verecek olursak, Sofistler olmasaydı ne Sokrates’in
ne de Platon’un olamayacağını söylemek bile mümkündür.9 Bu bakımdan Platon’da
yöntem sorununa girmeden önce Elea okulunu ve sonra da Sofistleri konuyla
bağlantıları çerçevesinde ele almak gerekmektedir.

7
Arda Denkel, İlkçağ’da Doğa Felsefeleri, İstanbul, Doruk Yayınları, 2003, s. 92. Ayrıca bkz. W.
K. C. Guthrie, A History of Greek Philosophy, England, Cambridge University Press, 1996,
Volume 2, s. 74.
8
Samuel Scolnicov, Plato’s Parmenides, London, University of California Press, 2003, s. 6 ve 47.
9
Werner Jaeger, Paideia, Trans. Gilbert Highet, 2. bs., New York, Oxford University Press, 1965,
Volume 1, s. 291.

5
1.1. PARMENİDES ve ELEA OKULU
Anton Dumitriu History of Logic isimli eserinde Miletos okulu düşünürleri için,
“tesis ettikleri ve arkalarında bıraktıkları şey tutum, yöntem ve düşünce idi: yani her
şey”10 demektedir. Dumitriu’nun bu tespitinin hareket noktası ise Miletos okulu
düşünürlerini, bilimi sadece bilimin kendi değerleri için araştıran ilk düşünürler
olarak görmesi olsa gerektir.11 Bu tespitte soruya açık olan taraf, Miletos okulu
düşünürlerinin, bilimi gerçekten bilimin kendi değerleri için yapmak gibi bir
amaçları olup olmadığıdır. Dahası o dönemde ortaya konan düşünce faaliyetlerinin
“bilim” olarak adlandırılıp adlandırılamayacağı da ayrı bir sorundur. Ancak yapılan
tespitin haklı olduğu bir yan da vardır ki, hemen herkesin üzerinde anlaşmış olduğu
üzere Thales ile birlikte açıklamayı efsanelerde ve söylencelerde aramak tavrı
bırakılmış ve Dumitriu’nun önemine dikkat çektiği felsefi tavır önplana çıkmıştır.
Ancak Miletoslular’da ve hatta onlardan sonra Parmenides ve Elea okuluna
kadar olan dönemde doğrudan yöntem üzerine düşünülmemiş, bu mesele gözönüne
alınmamıştır. Bu meseleyi planlı bir biçimde ve belli bir amaç için çözmeye çalışan
ilk düşünür Parmenides’tir.12 Zaten Parmenides’in önemli olmasının nedeni sadece
ortaya koyduğu yeni ilkeler değil, kullandığı yöntem ve bu yöntemle getirdiği
yenilik ile de diyalektiğin ve hatta mantık bilimin öncüsü olmasıdır.
Scolnicov’a göre Parmenides’in bir noktaya kadar ilk Kartezyen filozof
olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü o da kesin olan, inkar edilemez,
kendiliğinden açık bir ilkeden sonuçlar çıkarır. Bu ilke ile çelişen her türlü sonuç ise
yanlış olarak telakki edilir.13 “Parmenides, dogmatik bildiriler yerine biçimsel yolla
öncüllerden sonuçlar çıkarmayı öneren ilk filozoftur. Onun okulu diyalektiğin
oluşturucusudur.”14 Bunun yanısıra temelde sezgisel olan bu ilkeden ya da öncülden
çıkan sonuçlar, aldatıcı olduğu şüphe götürmeyen duyu verileriyle elde edilen
bilgiden daha üstün tutulmaktadırlar; çünkü değişim ve devinimin yadsınması,
dolayısıyla oluş dünyasının reddi Parmenides’in en başta gelen düsturlarındandır.

10
Anton Dumitriu, History of Logic, Trans. Duiliu Zamfirescu-Dinu Giurcaneanu-Doina Doneaud,
England, Abacus Press, 1977, Volume 1, s. 72. Ayrıca bkz. Jaeger, a.g.e., Volume 1, s. 156.
11
Dumitriu, a.g.e., Volume 1, s. 71.
12
Jaeger, a.g.e., Volume 1, s. 177.
13
Bkz. Scolnicov, a.g.e., s. 4-5.
14
F. M. Cornford, Plato and Parmenides, 4. bs., London, Routledge and Kegan Paul, 1958, s. 29.

6
Guthrie’nin ifadelerine başvurursak, bu konu ile ilgili olarak şunları söylediğini
görürüz:

“Önceki tüm düşünürler fizik dünyayı veri olarak ele almışlar ve onun
kökenleri ile ilgili sorularla, bu çeşitli görünüşün altında yatan temel
maddenin ne menem birşey olduğu ve onun meydana getirdiği mekanik
işleyişlerle ilgilenmişlerdi. Parmenides bu ve bu tür herhangi bir veriyi kabul
15
etmeyi reddetti.”

Parmenides’in yöntemi hakkında belirtilebilecek bir başka önemli husus da onun


çelişmezlik ilkesini müsamahasız kullandığıdır. “Parmenidesçi çelişmezlik ilkesi, ne
zamanca ne görünüşce ne de ilgilerle sınırlanmasına müsamaha edilmeyecek şekilde
‘A’nın ‘değil-A’ olmasının imkansız olduğunu belirtir. Bu ilkenin sonuçları
Parmenides’in kendisi tarafından ortaya konmuş ve Zenon tarafından
16
geliştirilmiştir.” Daha sonra bu ilkenin Platon tarafından görünüş dünyasına bir
dereceye kadar gerçeklik tanınarak sınırlandırıldığı görülmektedir.17 Ve aslında
Nietzsche’nin Parmenides’i “buzdan yuğrulmuş ve çevresine batıcı bir soğuk ışık
saçan bir peygamber tasviri”18 olarak tanımlamasının nedeni de onun
düşüncesindeki bu müsamahasızlık, katılık ve inkarı zor akıl yürütmelerle o güne
kadar gelmiş olan düşünceleri tersyüz etme gücüdür demek yanlış olmasa gerek.

Parmenides’in halefi Zenon’un da yöntem konusuna önemli katkıları olmuştur.


Hatta Aristoteles diyalektiğin kurucusu olarak Zenon’u anmaktadır.19 Zenon, hocası
Parmenides’in “varlık’ın meydana gelmemiş, değişmez, bölünmez ve bir olduğu,
homojen bir yapıda bulunduğu, oluşun ise bütünüyle aldanma olduğu” görüşünü
savunmak için saçmaya indirgeme yöntemini (reductio ad absurdum) geliştirmiş ve
başarıyla uygulamıştır. Bu yöntemin temelinde, birbiriyle çelişen iki farklı sonucun
aynı varsayıma dayanarak geçerli olduklarının ileri sürülebiliyor olduğunu

15
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 20.
16
Scolnicov, a.g.e., s. 13.
17
Bkz. Scolnicov, a.g.e., s. 12, 13, 14, 15, 16.
18
Friedrich Nietzsche, Yunanlılar’ın Trajik Çağında Felsefe, Çev. Nusret Hızır, İstanbul, Bilim
Felsefe Sanat Yay., 1985, s. 57.
19
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 82.

7
göstermek ve böylelikle ortaya çıkan çelişkiye işaret etmek vardır.20 Dolayısıyla
yöntemin ana prensibinin kabul edilen tezdeki çelişkileri sergilemek olduğu
söylenebilir. Ve yöntemin bu yönünün ileride ele alınacak olan Sokratik Çürütme
(elenkhos) ile ne kadar büyük bir benzerliği ve hatta akrabalığı olduğu açıktır. Bu ise
yukarıda sözü edilen “Sokratik Çürütme yönteminin Zenon’a çok şey borçlu
olduğu” yönündeki görüşün bir başka açıdan ortaya konuluşudur.

Zenon’un saçmaya indirgeme yöntemine örnek olarak, uçmakta olan okun


aslında hareket etmediği yönündeki akıl yürütmesi gösterilebilir. Bu akıl yürütmeye
göre “…bir nesne [kendine] eşit yerde olduğu sürece durmaktaysa, yer değiştiren
nesne de her zaman ‘an’ içerisindeyse, uçmakta (yer değiştirmekte) olan ok
devinimsizdir.”21 Buradaki akıl yürütmenin, uçtuğu söylenen okun aslında
uçmadığını, dolayısıyla hareket etmediğini söylemenin aynı güçle iddia edilebilecek
bir sonuç olduğunu ispatlamaya çalıştığını görmekteyiz.

Zenon’un akıl yürütmelerine bir başka örnek de tek tek nesnelere nazaran uzayın
bağımsız varlığı ile ilgili olan savıdır. “Eğer her varolan şey uzay içerisinde
bulunuyorsa ve uzay da varolan bir şeyse o da bir başka uzay içerisinde
bulunmalıdır, dolayısıyla bu ikinci uzay da başka bir uzay içerisinde bulunmalıdır,
ve bu sonsuza kadar gider.”22 Burada uzayın varolduğu yönündeki savın, içerdiği
çelişki ortaya çıkarılarak, bertaraf edilmeye çalışıldığını görmekteyiz. Dolayısıyla
boşluğun bulunmadığı, aksine Parmenides’in ileri sürdüğü gibi sadece Bir’in
varolduğu yönündeki sav, düşmanlarına karşı dolaylı olarak desteklenmiş
olmaktadır.

Sonuç olarak Elea okulunun ortaya koyduğu düşünceler neticesinde yöntem


açısından önemli olan hususlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan ilki Parmenides’in ortaya
koyduğu temel ilkeden çıkmaktadır: “Varlık vardır”. Ontolojik bağlamda ileri
sürülen bu aksiyom aynı zamanda üstü örtülü de olsa mantığın temel ilkelerinden

20
Dumitriu, a.g.e., Volume 1, s. 77. Ayrıca bkz. Wilhelm Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe, Çev.
Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1994, Cilt 1, s. 149-150.
21
Aristoteles, Fizik, VI, 9, 239-b, Çev. Saffet Babür, 2. bs., İstanbul, Yapı Kredi Yay., 2001.
22
Dumitriu, a.g.e., Volume 1, s. 78.

8
biri olan özdeşlik ilkesine işaret etmektedir. Heimsoeth’ün bu konudaki tespitleri
şöyledir:

“Özdeşlik ilkesinin ilk kurucusu Elealı Parmenides’tir ... Parmenides bu


ilkeyi ‘aksiyom’ şeklinde ifade eder: ‘Varolan vardır, var olmayan var
değildir’ Bu ifade özdeşlik ilkesinin çok kullanılan formülünde şu demektir:
23
A, A’dır; A-olmayan, A-olmayandır.”

Diğer önemli husus ise yukarıda bahsedildiği üzere Parmenides’in dogmatik


bildiriler yerine kesin olduğuna inandığı bir ilkeden biçimsel yolla sonuçlar
çıkarmayı öneren ilk filozof oluşudur. Bu uygulamanın Platon’un düşüncesinde
önemli bir yeri olan Hipotez yöntemi ile ne kadar yakından ilişkili olduğu hemen
farkedilmektedir. Elea okulu ile ortaya çıkmış olan son önemli husus ise Zenon’un
kullandığı saçmaya indirgeme yöntemidir. Bu yöntem de yine mantığın temel
ilkelerinden olan çelişmezlik ilkesini üstü örtülü de olsa barındırmaktadır.

23
Heinz Heimsoeth, Felsefenin Temel Disiplinleri, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, İstanbul, Remzi
Kitbevi, 1986, s. 51-52.

9
1.2. SOFİSTLER
Platon’da yöntem sorununa girmeden önce gözönüne almamız gereken bir diğer
konu da Sofistlerdir. Ama Sofistleri sadece yöntem konusu çerçevesinde değil
yaşadıkları dönem ve bu döneme yaptıkları katkı itibariyle de ele almak
gerekmektedir. Çünkü 5. ve 4. yy’lara denk düşen bu dönem Antik Yunan’da birçok
problemin düğümlendiği, problemleriyle Sokrates, Platon ve Aristoteles geleneğinin
de yüzleşmek zorunda kaldığı bir dönemdir. Konunun Sofistler başlığı altında ele
alınmasının nedeni ise Jaeger’in de Paideia’da belirttiği üzere çağdaşlarının bile,
Sofistleri kendi çağlarının ruhunu en iyi yansıtan kişiler olarak
değerlendirmeleridir.24
5. ve 4. yüzyıllarda Yunan dünyasındaki önemli gelişmelerden birisi ticaret ve
savaşlar yoluyla başka kültürlerle tanışılması olmuştur. Bu, Yunanlıların, farklı
toplumların kendilerininkiyle uyuşmayan değerlerini tanımasına fırsat vermiş ve bu
hususların sorgulanmaya başlamasına zemin hazırlamıştır. Böylece önceden kesin ve
evrensel kabul edilen gelenekler ve davranış biçimleri göreli olarak algılanmaya
başlamıştır.25 Bunlarla eşzamanlı olarak toplumsal yapıda da değişiklikler ortaya
çıkmıştır. Tüccar sınıfının gelişmesiyle demokratik kurumların yerleşmesi
sağlanmış, bunun yanısıra eski aristokratik yapıyla yeni yapının değerleri çatışmaya
başlamıştır.26 Tüm bunlara bağlı olarak doğa üzerine birbirinden farklı, hatta
birbiriyle çelişen açıklamalar yapmış olan doğa filozoflarına şüpheyle bakılmaya
başlanmış, dahası onların yaptığı açıklamalar Yunan toplumunun karşılaştığı
sorunların çözümünde yetersiz kaldığından bu sistemlere olan güven sarsılmıştır.27
Ayrıca Sofistlerin yerleşik değerleri iyice sallamaları ve tozu dumana katmaları
yaşanan krizin daha da derinleşmesine sebep olmuştur. Bu konuda 5. ve 4. yy’larda
yapılan tartışmaların temel kavramlarından ikisinin, karşıtlıkları Antiphon tarafından
keskin bir biçimde ifade edilen nomos ve physis olduğu28 ve bu yasa-doğa
karşıtlığının hem adaletin güçlünün işine gelen olduğu yönündeki düsturu

24
Jaeger, a.g.e., Volume 1, s. 297. Ayrıca bkz. W. K. C. Guthrie; A History of Greek Philosophy,
England, Cambridge University Press, 1993, Volume 3, s. 21.
25
Guthrie; a.g.e., Volume 3, s. 16.
26
George Thomson, İlk Filozoflar, Çev. Mehmet H. Doğan, 2. bs., İstanbul, Payel Yayınevi, 1997, s.
214 ve 271.
27
Eduard Zeller, Grek Felsefesi Tarihi, Çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz Yayıncılık, 2001, s. 115.
28
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 55 ve 22.

10
desteklediği hem de dine karşı yapılan saldırılarda kullanılmış olduğu29 hatırlanırsa
ve bu anlayışın bahsi geçen ortamda nasıl bir durum yaratacağı düşünülürse
konunun önemi daha iyi anlaşılabilir.
Ayrıca Sofistlerle birlikte insanın merkeze alınması sonucunda eğitime ve
pedagojiye önem verilmiş, kültür sorunlarına ilgi duyulmaya başlanmıştır. Eğitim
işini de yine Sofistlerin kendileri üstlenmiştir. Bir diğer önemli mesele ise
mahkemelerde ya da halk meclislerinde etkili olabilmenin yolu iyi tartışmaktan
geçtiği için Sofistlerle birlikte gramer ve dilbilgisi konularında da önemli
araştırmaların başlamış olmasıdır. Örneğin Protagoras’ın dil kurallarını incelemede
ve dilbilgisinde bir öncü olduğu bilinmektedir.30 Diyalektik ve mantığın ortaya
çıkmasına katkıda bulundukları gibi, yukarıda da bahsedildiği üzere kültür felsefesi,
eğitim felsefesi, retorik, dil felsefesi gibi alanlarda dört başı mamur eserler ya da
sistemler bırakmamış olsalar da yarattıkları tartışma ortamı ile bu alanların
gelişmesinde öncü bir rol oynamışlardır.
“Sofist zihniyeti, tarihi gerçeklere dayanarak toplumun geçici ve günlük
ihtiyaçlarını iyi tespit edip onu yönlendirmeyi başarmıştır”.31 Böylece Sofistler
sadece tartışma ortamına katılmakla kalmamış günlük hayatın hemen her alanında
etkin rol oynamışlardır. Örneğin değişen toplumsal ve siyasi şartlar doğrultusunda
eğitim alanında ortaya çıkan boşluğu Sofistlerin doldurmuş olduğunu hatırlamak
bile bu hususta kani olmamıza yeterli olacaktır. Ama Sofistlerin, savundukları
bireycilik ve göreceliğe rağmen insanları eğitebilecekleri iddiasında bulunmaları
çelişkili bir durum yaratmaktadır. Bu çelişkili durum Platon tarafından farkedilmiş
ve eleştirilmiştir.

Sofistlerin konumuz ile ilişkisine ve Elea okulu ile olan bağlantılarına dönecek
olursak ilk önce belirtilmesi gereken şudur; “Sofistler, Gorgias’ın ‘hiçbir şey yoktur’
tezini savunurken yaptığı gibi, tüm bilgiyi absürd göstermek için Eleatik mantığın

29
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 227.
30
Frederick Charles Copleston, A History of Philosophy Volmue 1 (Greece and Rome), New
York, Images Books Doubleday, 1993, s. 91.
31
Ayhan Bıçak, Felsefe ve Tarih, İstanbul, Dergah Yay., 2004, s. 107.

11
formlarına dayanırlar.”32 Gorgias, Elea’nın varlığın birliğini ve yokluğun
imkansızlığını kanıtlamaya soyunduğu düşünce yoluyla bunun tam tersi fikirlerin
öne sürülebileceğini göstermiştir.33 Gorgias’a göre “hiçbirşey yoktur, birşey
varolsaydı bile bilemezdik, herhangi biri bunu bilebilseydi bile başka birisine
bildiremezdi.”34
Zenon’un saçmaya indirgeme yönteminin bu şekilde de kullanılabiliyor
olmasının temel nedeni, yöntemin işaret ettiği çelişkisizlik ilkesinin temel düşünme
yasalarından biri olmasına rağmen hakikate ulaşmak için yeterli olmamasıdır.
Heimsoeth de bu bağlamda çelişmezlik ilkesi ile ilgili olarak şu tespitte
bulunmaktadır:

“Çelişmezlik ilkesi bir hakikat ölçütüdür. ... kuşkusuz, bu ölçüt de, ancak
zorunlu olan, fakat yeterli olmayan bir ölçüttür. Bu ölçüt, ancak yanlış
olanın bir işaretidir, fakat olumlu hakikatin bir işareti değildir”35

Ayrıca Protagoras’ın, yine bu bağlamda değerlendirilebilecek, karşıt fikirlerin


aynı güçle savunulabileceğini, yani zayıf görüşün kuvvetlendirilebileceğini, kuvvetli
görüşün ise zayıflatılabileceğini dolayısıyla çelişki diye birşeyin olmadığını anlattığı
bir el kitabı vardır.36 Bu, işin ciddiyetinde olan kişilerin elinde bir tehlike arz
etmeyebilir, ama sıradan bir kimsenin elinde nasıl bir tehlike oluşturacağını tahmin
etmek aslında zor değildir. Zira Guthrie de bunun, dikkatli olmayan kişilerin elinde
iki tarafı keskin bir kılıç gibi olacağını belirtmektedir.37
Yine temelde Zenon’un yöntemine dayanan bir akıl yürütmeyle “bazı sofistler
insanın hiçbirşey öğrenemeyeceğini savunmuşlardır. … Tıpkı varlık’ın olmayan’ı
dışlayışı gibi bilgi cehaleti, cehalet de bilgiyi dışlar. Zenon’un hareketi dışladığı aynı
uslamlama yoluyla, bir çelişki içerdiği için onlar da bilmeyi, cehaletten bilgiye

32
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 20 ve 47. Ayrıca bkz. W. K. C. Guthrie; A History of Greek
Philosophy, England, Cambridge University Press, 1978, Volume 5, s. 135.
33
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 15.
34
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 193.
35
Heimsoeth, a.g.e., s. 54.
36
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 182. Ayrıca Protagoras’ın bu kondaki fragmanları için bkz. Wilhelm
Capelle, Sokrates’ten Önce Felsefe, Çev. Oğuz Özügül, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 1995, Cilt 2, s.
84.
37
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 188.

12
geçişi dışlıyorlardı...”38 Burada George Thomson’ın da ilerleyen satırlarda belirttiği
üzere Sofistlerin Parmenidesçi varlık anlayışını bilgi anlayışına uygulayarak ne gibi
sonuçlara vardıklarını görmekteyiz. Bu husus Sofistlerin Eleatik mantığın
formlarına dayandıklarının başka bir şekilde ifadesidir demek yanlış olmasa gerek.
Ayrıca Sofistlerin Elea felsefesinin ilkelerini kullanarak ileri sürdükleri bu
düşüncelerin Platon için ne derece hasas ve hayati konular olduğu da akıldan
çıkarılmaması gereken bir noktadır.
“Elealılar varlık kavramını kabaca bir olan, değişmez, ezeli ebedi olarak
sınırlayarak Protagoras gibi pratik düşünen insanları Eleatik anlamda varlığı inkara
ve sübjektivizmin en uç noktasına ittiler.”39 Bu durum, Protagoras’da, dehşet
sonuçlara varabilecek olan ve bir o kadar da ciddi şu meşhur önerme ile dile gelir;
“İnsan tüm şeylerin ölçüsüdür, olanların olduklarının, olmayanların
olmadıklarının.”40 Bu önermede hem dönemin yükselen bireyci anlayışı dile
gelmekte hem de epistemolojik, ontolojik bir meydan okuma ortaya çıkmaktadır. Bu
sorunlarla hem Sokrates hem de Platon ziyadesiyle uğraşmışlardır.
Elea okulunun yanısıra Sofistlerin düşüncelerini oluştururken dayandıkları
kaynaklardan bir diğerinin de Herakleitos olduğunu söylemek mümkündür. Zira
onun, Anaksimenes’ten aldığı etkilerle olsa gerek, oluşu vurgulayan ilk düşünür
olduğu bilinmektedir.41 Ona göre evrende oluş hakimdir ve hiçbirşey aynı
kalmamaktadır; “Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar; ruhlar nemli
olandan buharlaşırlar”42 şeklindeki ünlü fragmanı bu konuda sık sık örnek verilir. Bu
oluş ise savaş ve çatışmayla yürümektedir; zira Herakleitos’a göre “savaş herşeyin
babası ve kralıdır...”43.
Herakleitos’un oluşu gündeme getirmesi kadar önemli olan birbaşka husus,
oluşun belli bir düzen içinde gerçekleştiği fikrini ileri sürüp bunu bir ilkeye bağlamış
olmasıdır. Bu değişimdeki düzeni sağlayan ilke ise herşeyin kendisine tabi olduğu,

38
Thomson, a.g.e., s. 354.
39
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 192-193.
40
Copleston, a.g.e., Volume 1, s. 87. Ayrıca bkz. Platon, Theaitetos, 152-a, Çev. Macit Gökberk,
Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
41
Dumitriu, a.g.e., Volume 1, s. 81.
42
Herakleitos, Fragmanlar, Fragman. 12, Çev. Cengiz Çakmak, Ed. Çiğdem Dürüşken, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 2005, s. 53. Ayrıca bkz. a.g.e., fragman 49a, 62, 88, 91 ve 126.
43
Herakleitos, a.g.e., Fragman 53, s. 137.

13
herşeyin kendisine göre gerçekleştiği Logos’tur. Zira ona göre her şey bu Logos’a
göre olup bitmektedir ve Logos her şeye ortaktır.44 Ama onun Sofistler’e malzeme
sağlayan asıl yönü, her şeyin değiştiğini ileri sürmesi olmuştur. Çünkü her an her
şey değişiyorsa kesin ve kalıcı bir şey olmadığını söylemek mümkündür.
Herakleitos’un Sofistler üzerinde etkili olduğunu düşünebileceğimiz bir diğer
fikri ise, ona göre türlere nispetle göreceliğin olmasıdır. 61. fragmanda şunları
okumaktayız: “Deniz hem en saf hem de en kirli sudur. Balıklar için içilebilir ve can
verici; insanlar için içilemez ve öldürücü.”45 Buradaki göreceliği Protagoras’ın dile
getirdiği görecelik ile karıştırmak doğru olmamakla birlikte, bu fikrin Protagoras’ın
görüşleri için ilham kaynağı olmuş olabileceğini de gözardı etmemek gerekmektedir.
Dolayısıyla Herakleitos’un özellikle oluşa yaptığı vurgunun Sofistlerin Elea
mantığına dayanarak ortaya koydukları düşünceleri destekleyici bir rol oynadığı,
bunun yanırısa türler arasında bir görecelik olduğunu savunarak Sofistlere malzeme
sağladığı söylenebilir.

Sonuç olarak Sofistlerin yöntem konusundaki faydaları, yarattıkları tartışma


ortamı ile diyalektiğin ve mantığın gelişmesine yardımcı olmaları, yaptıkları
garamer ve dil felsefesi çalışmalarıyla bu alanların önünü açmaları, Elea okulunun
kullandığı yöntemin karşıt amaçlar için de kullanılabileceğini göstererek eksikliğin
farkedilmesini sağlamaları, görüşlerini başarılı bir biçimde bilgi ve varlık
anlayışlarına uygulamalarıdır diyebiliriz. Bu hususların hepsi Sokrates, Platon ve
Aristoteles geleneğinde yankısını bulacak ve verimli sonuçlara varılacaktır.

44
Herakleitos, a.g.e., Fragman 1 ve 2, s. 29 ve 33. Ayrıca bkz. a.g.e., Fragman 50 ve 72, s. 131 ve
177.
45
Herakleitos, a.g.e., Fragman 61, s. 153.

14
2. PLATON FELSEFESİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ HUSUSLAR

Platon’un felsefi çalışmaları her ne kadar diğer filozoflara nazaran dağınık bir
biçimde telif edilmiş olsalar da belli bir amaca matuf çalışmalar olup belli kaygılar
etrafında örülmüşlerdir. Platon’un eserlerini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde
ve düşünce serüvenine baktığımızda bunu çıkarsayabilmek mümkündür. Akla
Platon’un ele aldığı sorunların çeşitliliği ve farklı dönemlerindeki farklı
diyaloglarında ortaya koyduğu fikirlerin birbirlerinden ayrı oluşları gelebilir. Ama
bu durum felsefi çalışmaların doğası ile ilgili olduğu gibi ilerleyen sayfalarda
sergilenmeye çalışılacağı üzere Platon’un düşünce serüveninin bu yönü genel olarak
felsefenin kendisi ile ilgili de önemli ipuçları verebilmektedir. Ayrıca bu durum
Platon’un fikirlerini anlayabilmek için onun bütün felsefesine ana hatlarıyla hakim
olmak gerekliliğinin göstergelerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu bakımdan
Platon’da hangi problem ele alınırsa alınsın Platon felsefesini ana hatlarıyla gözden
geçirmek ve düşüncesinin bütününün yöneldiği amacı anlayabilmek için onu teşvik
eden kaygıları bilmek önem arz etmektedir. Dolayısıyla şimdi, yöntem sorununa
geçmeden önce Platon’un düşünce serüveninde teşvik edici olmuş olan hususlara
değinilecek ve hemen ardından felsefesinin ana hatları kökenleriyle birlikte
sergilenmeye çalışılacaktır.

15
2.1. PLATON’UN KAYGILARI ve BUNLARIN FELSEFİ
SERÜVENİYLE BAĞLANTISI
Platon’u felsefi anlamda teşvik eden kaygılarına baktığımızda karşımıza bu
problemle bağlantılı olan birkaç önemli husus çıkar. Bunlardan ilki, yukarıda
Sofistler başlığı altında kısaca değinilen 5. ve 4. yüzyıllardaki gelişmelerdir. Başka
kültürlerle tanışılması yerleşik değerlerin sorgulanmasına zemin hazırlamış,
zenginleşen tüccar sınıfı aristokratlara rakip olduğundan toplumsal yapıda
değişiklikler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlarla yakından ilişkili olarak görecelik
ve bireycilik yükselmeye başlamış, Sofistlerin bu unsurları epistemolojik ve
ontolojik açılımları bulunan bir düşünce silsilesi ile desteklemeleri sorunları daha da
derinleştirmiştir.
Bunlarla da bağlantılı olarak karşımıza çıkan ikinci unsur ise Atina polisinin o
dönemdeki durumudur. Polis, Yunan dünyasında merkezi bir öneme sahiptir ve hatta
Jaeger’e göre her tür sosyal ve entellektüel etkinliğin tanımlandığı, içerildiği yer
olan polis, Yunanlıların yaşamlarının ağırlık noktasını oluşturduğundan, bir Yunan
polisini tanımlamanın tüm Yunan yaşamını tanımlamak olduğu söylenebilir.46 Atina
polisinin Platon’un yaşadığı dönemdeki durumu da bu bakımdan önem arz
etmektedir.
Pers savaşlarına kadar Yunanlı olma bilinci oluşmamış, zaten savaşı doğal
karşılayan klasik çağ Yunanlıları sürekli bir savaş halinde bulunmuşlardır. Bu durum
da onlar için devletler arası ilişkileri yöneten rekabetin doğal bir yansıması olarak
görülmüştür.47 Yunanlılar ilk defa Persler’e karşı verilen savaşta Atina’nın
liderliğinde bir araya gelmiş, bunun sonucunda Atina’nın siyasi yükselişi
başlamıştır. Atina, Yunanistan’ın başka bölgelerinden gelen sanatçı ve düşünürlerin
uğrağı olmuş, düşünce alanında zengin bir yapının oluşması kolaylaşmıştır. Ancak
Atina’nın baskın olmaya başlaması ile birlikte Yunan polislerinin arasında
Peloponnesos savaşı patlak vermiştir. Bu savaş ile birlikte eski kurallar dizgesinin
çöküşü hızlanmıştır.48 Bunlara ek olarak Sofistlerin göreceliği ve bireyciliği

46
Jaeger, a.g.e., Volume 1, s. 78 ve 108.
47
Jean-Pierre Vernant, Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, Çev. Mehmet Emin Özcan, Ankara,
İmge Kitabevi, 1996, s. 27.
48
Vernant, a.g.e., s. 41.

16
destekleyen tavırları ile yarattıkları tartışma ortamı da düşünülürse toplumsal
yaşamın nasıl bir karmaşa içerisinde olduğu tahmin edilebilir.
Platon da M.Ö. 427 yılında Atina ya da Aegina’da Yunan dünyasının, yukarıda
değinilmiş olduğu üzere, siyasi, iktisadi, ahlaki birçok problemle karşı karşıya
kaldığı bir dönemde aristokrat bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve
Brumbaugh’un ifadeleriyle söylersek zafer, güç, şan ve şeref hatıraları ile dolu bir
Atina’da büyümüştür.49 Yeni siyasetçiler Atina’nın Sparta’ya karşı yapılan savaşı
kaybetmesi ile sarsılan gücünü ve kültürel önderliğini yeniden kazanabilemek için
çaba harcamışlardır.50 Platon’un da belli ölçülerde bu çaba içerisinde yer aldığını
söylemek mümkündür. Onun siyaset üzerine önemle eğilmesi bunun bir
göstergesidir. Ayrıca yirmili yaşlarında aileden gelen geleneğin de etkisiyle politika
alanında kariyer yapmaya karar vermiş olduğunu bilmekteyiz.51 Ancak o,
problemlerin temelinde yatan nedenlerin çok daha derinde olduğunu, hocası
Sokrates’in de etkisi ile görmüş olmalı ki Sicilya tecrübeleri hesaba katılmazsa
pratik anlamda siyaset hayatının içinde bulunmadığını görürüz.

Platon’un, ilk olarak çözülmesinin gerekli olduğunu gördüğü problem,


Sofistlerin ortaya koyduğu, siyasi ve ahlaki sonuçları vahim olan varlık ve bilgi
problemleridir. Çünkü Sofistler tarafından ortaya konan fikirler bu epistemolojik ve
ontolojik arkaplanlarından dolayı, sanıldığı kadar kolay bertaraf edilemeyecek
tehditler oluşturmuşlardır. Bunun en önemli sebeplerinden biri Sofistlerin
Parmenides ve Elea okulunun ilkelerine dayanıyor olmalarıdır. Sofistler’in
kullandığı bu ilkelerden en önemlisi ise Parmenides ve Elea okulu başlığı altında ele
alınmış olan çelişkisizlik ilkesidir. Sofist’in tanımlanması çabası ile yazılmış olan
Sofist diyaloğunun varlık ve dil sorunlarıyla ilgili olması bu bakımdan oldukça
önemlidir. Zira Sofist’in sıvıştığı yer hep yokluk, daha doğrusu çelişkisizlik ilkesine
dayanarak yokluk ve varlık arasında yapılan keskin ayrım olmuştur. Platon’un Sofist
diyaloğunda yabancının ağzından bize şunları aktardığını görmekteyiz
(okumaktayız); “Sofist varolmayan’ın karanlığına sıvışır, orada oyalanmayı sever.

49
Robert S. Brumbaugh, Plato For The Modern Age, New York, Collier Books, 1964, s. 21.
50
Brumbaugh, a.g.e., s. 21.
51
Brumbaugh, a.g.e., s. 21.

17
Bu yerin karanlığıdır onu güç bilinir kılan. Öyle değil mi?”52 Bu bakımdan varlık ve
yokluk gibi kavramlarla hesaplaşmadan, dakik tanımlar ortaya koymadan Sofist’i
saklandığı yerde yakalamak mümkün değildir. Yukarıda değinildiği üzere,
Parmenides’in çelişkisizlik ilkesini müsamahasız kullanmasına rağmen, Platon’un
bu ilkeyi, görünüşler dünyasına bir noktaya kadar gerçeklik tanıyıp sınırlandırarak
kullandığının burada tekrar hatırlanması anlamlı olabilir.
Bu sorun ile ilgili olarak Platon’un eserlerinden örnek vermek gerekirse bunun
için Euthydemos diyaloğuna bakılabilir. Çünkü bu diyalogdaki akıl yürütmelerin
üzerinde durduğumuz sorunla ilgili olduğunu ve Elea’nın ortaya koyduğu varlık-
yokluk arasındaki keskin ayrıma dayandığı söylenebilir. Brumbaugh da bu bağlamda
iki kardeşin Eleatik mantığa dayanarak mükemmel bir çürütme tekniği
geliştirdiklerini söylemektedir.53 Örneğin Euthydemos (283-e ve 284-c)’de
Euthydemos Ktesippos’a yalan söylemenin mümkün olup olmadığını sorarak
argümanına başlar ve Eleacı mantığın çelişkisizlik ilkesi uyarınca varlık-yokluk
karşıtlığına dayanarak bunun mümkün olmadığını ileri sürer. İlerleyen satırlarda ise
şunları iddia eder:

“Şu halde ... hiç kimse olmıyanı söyliyemez; aksi halde bir şey yapmış olur.
Halbuki, olmıyanı hiç kimsenin yapamıyacağını kabul ettin; bundan, sence,
hiç kimsenin yalan söylemediği, ve, Dionysodoros konuştuğu zaman,
hakikatı ve gerçeği söylediği sonucu çıkar.”54

Guthrie de Euthydemos diyaloğunda ele alınan bu sorunlar ile ilgili olarak “…ele
aldığı sorunların birçoğu Sofist ve Devlet Adamı’nınkilerle örtüşmektedir; ama bu
meseleler büyük ölçüde Parmenides tarafından ortaya konmuştur”55 tespitinde
bulunmaktadır.
Platon’un eserlerinden gösterebileceğimiz bir diğer örnek de Menon
diyaloğunun (80-d, e) pasajındaki bölümdür:

52
Platon, Sofist, 254-a, Çev. Ömer Naci Soykan, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.
53
Brumbaugh, a.g.e., s. 54.
54
Platon, Euthydemos, 284-c, Çev. Halil Vehbi Eralp, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.
55
W. K. C. Guthrie, A History of Greek Philosophy, England, Cambridge University Press, 1975,
Volume 4, s. 266.

18
“Menon: Peki ama, Sokrates, ne olduğunu hiç bilmediğin bir nesneyi nasıl
araştırabilirsin? Hiç bilinmeyen bir şeyi araştırmak için, onu ne şekilde
tasarlayacaksın? Diyelim ki, bahtın oldu da iyi bir nokta buldun, bu noktanın o
nesneye ait olduğunu nerden anlayacaksın?
Sokrates: Ne demek istediğini anlıyorum, Menon. Mantık oyuncularının o
tanınmış sözünü ortaya atıyorsun. O söze göre insan için ne bildiği şey
üzerinde araştırmada bulunmak mümkündür, ne de bilmediği şey üzerinde;
bilinen şey üzerinde araştırma lüzumsuzdur, çünkü zaten bilinir. Bilinmeyen
şeye gelince, ne araştırılacağı bilinmediği için araştırma olmaz.”56

Burada Menon tarafından ileri sürülen ve Sokrates tarafından mantık oyunu


olarak gösterilip özetlenen fikir de yine Sofistler’in Parmenides’ten alarak
kullandıkları çelişkisizlik ilkesine dayanmaktadır. Buradaki sorunu Platon,
diyaloğun yukarıda alıntılanan pasajlarını takip eden bölümlerinde ele almaya
başladığı hatırlama (anamnesis) kuramı ile çözmektedir. Bu kuram bir sonraki
bölümde ele alıncağı için burada üzerinde durulmayacaktır.
Bu konu ile ilgili bir başka örneği ise Kratylos diyaloğunun (429-b, c, d)
pasajlarında bulmaktayız. Kratylos’un Hermogenes’e verilen adın aslında ona
verilmemiş olduğunu iddia etmesi üzerine Sokrates, durum buysa ona Hermogenes
demenin yalan söylemek olduğunu ileri sürmektedir.57 Kratylos’un “ne demek
istiyorsun”58 sorusunun altında yatan anlamı yakalayan Sokrates “senin sözünün
anlamı, doğru olmayan şeyi söylemenin bütün bütün olursuzluğu değil mi? Sevgili
Kratylos’çuğum bu savı ileri sürenler eskiden de çok vardı, şimdi de var”59 diye
cevap vermektedir.
Bu varlık-yokluk arasındaki, çelişkisizlik ilkesine dayanan keskin ayrımın ve
onun yarattığı problemlerin Euthydemos ve Menon gibi erken diyaloglarda bile bize
gösterilmesine rağmen doyurucu olduğunu söyleyebileceğimiz cevaplar en son
diyaloglardan biri olan Sofist’te verilmiştir. Bu ise Platon’un düşüncesindeki
sürekliliği gösteren hususlardan biridir. Ayrıca bu tespiti Platon’un kaygılarının belli
noktalarda yoğunlaştığını gösteren bir kanıt olarak değerlendirmek de mümkün
görünmektedir. Çünkü diyaloglarda ele alınan problemler farklılık ve çeşitlilik

56
Platon, Menon, 80-e, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
57
Platon, Kratylos, 429-c, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.
58
Platon, a.g.e., 429-c.
59
Platon, a.g.e., 429-d.

19
arzetse de Platon temelde ahlaki-siyasi problemleri çözebilmek için yola çıkmış ve
bunların dayandıkları epistemolojik-ontolojik sorunlarla hesaplaşmak zorunda
kalmıştır. Tam da bu noktada Bluck’ın tespitine yer vermek anlamlı olacaktır:

“Platon’un öncelikle ahlaksal değerlerle ilgilendiğinden kuşku duyulmamak


gerekir, ancak onun ‘doğal olarak’ varolan ahlaksal standartları, önce önemli
ontolojik sonuçları olan yeni bir epistemolojik öğreti (anımsama kuramı)
formüle ederek yerleştirmeye çalıştığı da aynı ölçüde kesin görünür.”60

Dolayısıyla Platon yukarıda sergilenmeye çalışılan karmaşa ortamında temelde


ahlaki ve siyasi değerleri sağlama bağlamak istemiş, kaygılarını bunlar
oluşturmuştur. Ancak bunu başarabilmek için varlık ve bilgi sorunları ile yüzleşmesi
gerekmiştir.
Platon’un düşünce serüveninin bu yönü felsefenin doğası ile ilgili önemli
ipuçları vermektedir. Sokratik diyaloglardan örneğin Lysis (210-d), Lakhes (194-d,
194-e vd.) ve Protagoras (360-b)’de açık ifadelerini gördüğümüz, hocası
Sokrates’ten aldığı doğru davranış doğru bilgi ile mümkündür düsturunun yol
göstericiliğinde, ahlaki ve siyasi kaygılarla yola çıkan Platon, epistemoloji ve
ontoloji sorunları ile hesaplaşmak zorunda kalmıştır. Oysa günlük sorunların
epistemoloji ve ontoloji sorunları ile bağlantısını kurmak her zaman pek kolay
olmamaktadır. Bu da felsefi tartışmaların konuya yabancı olanlar tarafından doğru
değerlendirilememesinin nedenlerinden birisi gibi görünmektedir.
Burada belirtilmesinin yerinde olacağı başka bir husus da epistemoloji ve
ontolojinin örtüştürülebilmesi sorununun felsefenin temel meselelerinden biri
olduğu hususudur. Hatta biraz cüretli bir iddia olmasını da göze alarak, tüm bir
felsefe tarihinin bile bu gözle incelenebileceğini ileri sürebiliriz. Bunu ileri sürerken
dayanılan bir başka veri ise filozofların düşüncelerinde ortaya çıkan çatlakların,
uyuşmazlıkların genelde epistemoloji ve ontolojinin örtüştürülemediği noktalardan
neşet etmesidir.
Burada ortaya konanlardan çıkartılabilecek bir başka sonuç da “filozof” ve
“felsefeci” kavramları ile ilgilidir. İşte bu ontoloji ve epistemolojiyi tesis edip
bunları örtüştürme çabasında bir yere kadar başarılı olarak buradaki teorik
60
R. S. Bluck, “Platonik Formlar Duyusal Nesnelerden Niçin ‘Ayrıldı’?”, Platon Felsefesi Üstüne
Araştırmalar, Çev. ve Ed. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1, s. 129.

20
meselelerin günlük hayatla olan bağlantısını kurabilen kişi filozoftur.
Farkedilmesinin ve anlaşılmasının güç olduğundan yukarıda bahsedilen bu yapıyı
anlayıp ifade edebilen ve aktarabilen de felsefecidir. Bu ince çizgiyi her zaman
çizmek mümkün olmayabilir ama bu ayrım kafa karışıklığı yaratan bazı sorulara
yanıt vermemizi sağlamaktadır.

Platon’un kaygılarının yaşadığı dönemin şartlarının gerektirdiği üzere temelde


ahlaki ve siyasi değerleri yerine oturtmak olduğu, bunu başarabilmek için
epistemoloji ve ontolojinin teorik sorunları ile hesaplaşma içerisine girdiği görüldü.
Amaçlarını gerçekleştirmeye çalışırken kullandığı yöntem ya da yöntemleri ele
almadan önce son olarak Platon’un felsefesinin kökenlerine ve önemli bazı
kavramlarına değinmek elzemdir. Bu bakımdan şimdi felsefesinin ana hatları
kaynakları ile birlikte ele alınmaya çalışılacaktır.

21
2.2. PLATON FELSEFESİNİN ANA HATLARI ve KÖKENLERİ
Giriş bölümünde değinildiği üzere Platon 7. Mektub’unda, fikirlerin yazıya
dökülüp ölü bir hale getirilmesinin yaratacağı sorunlara işaret ederek, bu hususta
duyduğu kaygıları açık bir biçimde dile getirmiştir.61 Bu kaygıların da etkisiyle olsa
gerek, Platon eserlerini diyaloglar halinde telif etmiştir. Diyalogların hem renkli
içerikleri hem de sanatsal boyutu aslında Platon’un fikirlerini anlamak açısından
büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan diyalog üslubunun her açıdan
değerlendirilebilmesi oldukça önemlidir. Buna örnek olarak Brumbaugh’un Lysis
diyaloğu ile ilgili olarak yaptığı açıklama verilebilir. Bu açıklamaya göre sadece
diyaloğun içindeki fikirlere değil diyalogda konuşan kişilerin diyaloğun başındaki
halleri ile sonundaki hallerine bakmak da önemli ipuçları vermektedir. Çünkü
dostluk üzerine yapılan araştırma kesin bir sonuca varmasa da tartışmaya katılanlar
sonuçta birbirleri ile dost olurlar.62 Guthrie’nin eserinde ise bu bağlamda Platon’da
felsefenin diyalektik tartışmanın ilk noktasından başlamadığı aksine ilk giriş
konuşmasından itibaren başladığı tespitini63 okumaktayız.
Ama diyaloglar ile ilgili olarak daha da önemli olduğunu söyleyebileceğimiz bir
husus vardır. Diyalogların tarihsel olarak yazılış sıralarının tespit edilmesi ele alınan
problemin doğru işlenebilmesi için zaman zaman tahmin edilenden daha da önemli
olabilmektedir. Bu sebeple olsa gerek “18. yy’dan itibaren Platon felsefesini
evrimsel bir oluşum süreci içerisinde ele almak anlayışı yaygınlaşmaya
başlamıştır.”64 Bu çerçevede Platon’un eserleri sınıflamalara tabi tutulmuş ve
dönemlere ayrılmıştır. Bu sınıflamalar yapılırken dayanılan kriterler ise dil ve üslup
farklılıkları, eskiçağ yazarlarının tanıklıkları, diyaloglarda tarihsel olaylara yapılan
atıflar, diyaloglar arasındaki göndermeler, diyaloglarda ele alınan felsefi sorunlar ve
diyalogların sanatsal yapılarındaki farklılıklar gibi kriterler olmuştur.65
Lutoslawski’nin Plato’s Logic isimli eserinde hem bu tartışmaların 18. ve 19.

61
Bkz. Plato, Epistle VII, 341-c, 343-a, 344-c, Trans. R. G. Bury, Ed. Jeffrey Henderson, London,
Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2005, s. 531, 535, 541.
62
Brumbaugh, a.g.e., s. 42, 43, 44.
63
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 2-3.
64
Pınar Canevi, “Önsöz”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed. Ahmet Cevizci,
Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1, s. VII.
65
Bkz. Copleston, a.g.e., Volume 1, s. 135, 136, 137, 138.

22
yy’larda nasıl şekil alıp hangi mecralarda seyrettiği hem de bahsedilen kriterlerin
nasıl kullanıldığı ayrıntılı bir biçimde sergilenmiştir.66
Fakat bu konuda günümüzde bile tam bir mutabakat olduğu söylenemez. Çünkü
Platon felsefesini erken (Sokratik), orta (olgunluk), geç (yaşlılık) dönem olmak
üzere üçlü bir sınıflamaya tabi tutmayı tercih eden yazarlar olduğu gibi67 Sokratik
dönem ile olgunluk dönemi arasında bir geçiş dönemi kabul ederek dörtlü bir
sınıflamayı uygun gören yazarlar da olmuştur.68 Ayrıca Kratylos, Timaios gibi bazı
diyalogların yazılma tarihleriyle ilgili olarak birçok tereddütün bulunduğu, aynı
diyaloğun farklı yazarlarca farklı dönemlere dahil edildiği konu üzerindeki eserler
gözden geçirildiğinde görülmektedir.
Sokratik dönem (ya da erken dönem) başlığı altında toplanan diyaloglar ise
hemen her sınıflamada ana hatlarıyla aynı kalmaktadır. Bu dönem diyaloglarını
şöyle sıralayabiliriz; Sokrates’in Savunması, Kriton, Lakhes, Kharmides, İon, Lysis,
Euthyphro, Küçük Hippias, Büyük Hippias, Euthydemos ve bu dönemin iki büyük
eseri olan, bazı tasniflerde de geçiş dönemi diyalogları olarak gösterilen Protagoras
ile Gorgias. Bunların yanısıra Sokratik diyaloglara bazı tasniflerde Devlet’in birinci
kitabı da eklenmektedir.
Sokratik diyaloglarda ele alınan problemler ve bu problemlerin ele alınış
biçimleri, bu dönemi bir başlık altında toplayabilmemizi mümkün kılan bazı
ortaklıklar taşımaktadır. Sokratik diyalogların ana konusu ağırlıklı olarak ahlaki
değerlerdir, bu diyaloglarda tanımlara ulaşılmaya çalışılır ancak bu çaba sonuçsuz
kalır ve sonucun genelde çıkmaz olduğu görülür, dogmatik bir yapıdan ziyade
sorgulayıcı bir yapıdadırlar, değerler ve bilgi konusunda Sokrates’in fikirlerini ifade
ettikleri söylenebilir, bu diyaloglarda kullanılan karakteristik yöntem ise Sokratik

66
Bkz. Wincenty Lutoslawski, The Origin and Growth of Plato’s Logic, London, New York and
Bombay, Longmans Green and Co., 1905, s. 35-193.
67
Dumitriu, a.g.e, Volume 1, s. 107. Werner Jaeger, Paideia, Çev. Gilbert Highet, New York,
Oxford University Press, 1986, Volume 2, s. 94. Brumbaugh, a.g.e., s. 12-13. Guthrie, a.g.e., Volume
4, s. 50. Richard Robinson, Plato’s Earlier Dialectic, 2. bs., London, Oxford University Press, 1953,
s. V. Leonardo Taran, “Platonism and Socratic Ignorance”, Platonic Investigations, Ed. Dominic J.
O’Meara, Washington, The Catholic University Press, 1985, s. 86.
68
Gail Fine, Plato On Knowledge and Forms, New York, Oxford Univertisty Press, 2003, s. 1. A.
E. Taylor, Plato, London, Archibald Constable & CO Ltd, 1908, s. 26-27-28. Copleston, a.g.e., s.
138, 139, 140. (Platon’un Sicilya’ya yaptığı yolculukları temel alan farklı bir sınıflama için bkz.
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 53.

23
Çürütmedir.69 Temel özelliklerini böyle sıralayabileceğimiz Sokratik diyalogların
konumuz itibariyle bizim için en önemli yanı bu dönemde kullanılan asıl yöntemin
Sokratik Çürütme yöntemi olmasıdır.
Platon’un üçlü sınıflamaya göre diğer dönemlerine denk düşen diyaloglarını ise
şöyle sıralayabiliriz. Orta dönem diyalogları: Menon, Phaidon, Devlet, Şölen,
Phaidros, Euthydemos, Menexenus, Kratylos. Geç dönem diyalogları: Parmenides,
Theaitetos, Sofist, Devlet Adamı, Timaios, Critias, Philebus, Yasalar.70 Orta dönem
diyaloglarında Platon’un kendi düşüncelerini oluşturmaya başladığını ve hem
epistemolojik hem de ontolojik elemanların birer birer diyaloglarda karşımıza
çıkmaya başladıklarını görmekteyiz. Hatırlama, Hipotez yöntemi ve ruh göçü gibi
unsurların ortaya çıktığı Menon diyaloğu bunun güzel bir örneğidir.
Geç döneminde ise Platon’un düşüncesinin önceki dönemlerle bağlantılı olmakla
birlikte başka bir mecraya doğru aktığı görülmektedir. Zira Devlet diyaloğundan
sonra Platon’un eleştirel bir döneme girdiği ve düşüncesinin farklı bir ivme
kazandığı bilinen bir şeydir, bu bağlamda Bluck da, Stenzel’in Devlet’ten sonra yeni
bir başlangıç yapıldığını ve farklı problemlerle uğraşıldığını iddia ettiğini
belirtmektedir.71 Bizim için ayrıca önemli olan husus bu durumun sadece felsefi
problemler için değil yöntem için de geçerli oluşudur. Platon’un diyalektik (daha
geniş anlamı ile yöntem) ve felsefeyi birbirinden ayrı tutmadığını düşünürsek, bu
durum daha da anlaşılır olacaktır.

Bu belirlenimlerden sonra ana hatlarıyla Platon’un felsefesine bakacak olursak


onun felsefesini oluştururken kendinden önce ortaya konmuş olan hemen her
düşünce faaliyetinden faydalandığını görürüz. Hem Homeros ve Hesiodos’un
şiirlerine hem de trajedi yazarlarının sözlerine ve halk efsanelerine eserlerinin satır
aralarında rastlamak mümkündür. Kendisinden önceki felsefe okulları ve
filozoflardan da oldukça etkilenmiştir. Sokrates, Platon ve Aristoteles çizgisini bazı
yönleriyle olumsuz gören Nietzsche de bu bağlamda Platon’un felsefe tarihindeki ilk

69
Irwin Terence, Plato’s Ethics, New York, Oxford University Press, 1995, s. 16.
70
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 50.
71
Bluck, a.g.e., Cilt 1, s. 128.

24
karma karakter olduğunu söylemektedir.72 Ama Platon felsefesinde çok önemli yere
sahip olan ve izlerini çok belirgin şekilde gördüğümüz felsefe okulları ile filozoflar,
hocası Sokrates ve Sofistler’den başka Pythagorasçılık, Herakleitos ve
Parmenides’tir. Weber de bu bağlamda “Platon Herakleitos’tan, Sokrates’ten ve
İtalya felsefesinden gelmektedir”73 tespitinde bulunur. Arda Denkel de Platon’un
Herakleitos, Parmenides ve Pythagorasçılık’tan aldığı etkiden ve bu felsefe
geleneklerini ne kadar başarılı bir biçimde birbirine bağladığını ifade ettikten sonra
“Platon’u okurken, eski resimleri hayranlık uyandıran bir dizgesellikle düzenleyen
yeni bir sergiyi gezermiş gibi bir duygu uyanır”74 ifadelerine yer vermektedir.
Brumbaugh’un bu konu ile ilgili tespitine kulak verilirse Platon’un bu biraraya
getirici (sentezleyici) tavrını anlamak daha da kolay olabilir. Zira Brumbaugh’un
tespitine göre Yunan düşüncesi o dönemde iki problemle karşı karşıya kalmıştır.
Kendi ifadelerine başvurulacak olursa problemleri şu şekilde tanımladığı görülür:

“Böylece M.Ö. 423’te Yunan düşüncesi iki önemli problemle karşı karşıya
kaldı. İlki materyalizmi idealizm ile birleştirmekti… İkinci problem ise bilim
ve insani değerleri bağdaştırmaktı…”75

Brumbaugh’un buradaki tespitinin ilk ayağını güçlendiren başka bir veri de


Sofist diyaloğunun konu ile ilgili olan tartışmaların geçtiği pasajlarında
bulunmaktadır. Bu diyalogda Platon, iki farklı görüş arasındaki çatışmayı,
Yabancı’nın ağzından şöyle ortaya koymaktadır:

“Onlar bu suretle cisimsel olan her şeyi ele geçirmeye çalıştıkları için, ancak
herhangi bir biçimde dokunulan ya da tutulan şeyin varolacağını sert ve katı
bir biçimde öne sürerler. Çünkü cisim ve varlık kavramsal tanımları
bakımından bir ve aynı şeydirler. Eğer onlardan yana olmayan biri varolan
hakkında cisimsel-olmayan bir şeyi açıklarsa, onlar, o kimseyi tümüyle hiçe
sayarak reddeder ve başka hiçbir şeyi duymak istemezler. … Bunun için
onların rakipleri de, yukarıdan, görülebilir olmayan dünyadan elde ettikleri
silahlarla kendilerini çok dikkatlice savunurlar ve böylece tüm tehlikeleri
göze alarak, yalnızca düşünülebilir ve cisimsel olmayan biçimleri (ide’leri)
gerçek varlık sahibi yaparlar.”76

72
Nietzsche, a.g.e., s. 29.
73
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çev. Vehbi Eralp, 5. bs., İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1998, s. 51.
74
Denkel, a.g.e., s. 92.
75
Brumbaugh, a.g.e., s. 25.
76
Platon, Sofist, 246-a, b, Çev. Ömer Naci Soykan, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.

25
Bu alıntıdan Platon’un, Brumbaugh’un işaret ettiği sorunun bilincinde olduğunu
çıkarsamak mümkündür. Bu durum da günün problemlerini çözme çabasıyla hareket
eden Platon’da yankısını bulmuş olmalı ki bu kadar farklı kaynaklardan beslenen bir
felsefi yapı çıkmıştır karşımıza.

Aristoteles’ten öğrendiğimize göre Platon genç yaşında Herakleitosçu Kratylos


ile tanışmış ve bu vesile ile Herakleitosçu görüşleri öğrenmiş, duyusal şeyler sürekli
akış içerisinde olduklarından onların bilimin konusu olamayacağı görüşünü
benimsemiştir.77 Platon’un benimsemiş olduğu bu anlayış ilerleyen safhalarda
felsefesi için büyük önem arz etmiştir. Çünkü yukarıda değinildiği gibi Sofistlerin
yarattığı tartışma ortamı ve önceki doğa filozoflarına olan güvenin sarsılması sonucu
değerleri sağlama bağlama çabası öne çıkmış ama görünen dünyanın oluşa tabi
olması ve sürekli değişmesi bir sorun yaratmıştır. Platon bunu Sokrates’in ağzından
Kratylos diyaloğunda şu sözlerle bildirmiştir:

“Her şey değişir, hiçbir şey olduğu gibi durmazsa Kratylos, bilgiden de söz
edilemez sanırım. ... Bilgi durmadan değişip durursa bilgi olmaz; bundan da şu
sonuç çıkar: Ne özne kalır bilecek, ne de nesne kalır bilinecek. ... Böyle midir bu,
yoksa Herakleitos’çuların, daha birçoklarının söyledikleri gibi midir gerçek?
Korkarım aydınlatılması, belginlemesi güç bir noktadır bu. Kendini, canını adların
buyruğuna vermek, adlara, ad kuranlara bel bağlayarak kendinin bir şey bildiğine
güvenmek, kendinde, nesnelerde sağlam hiçbir şeyin bulunmadığını benimseyerek
her şeyin -nesnelerde olduğu gibi- aktığını, kireç kaplar gibi gittiğini söylemek,
kısacası nesnelerin durumunun nezleye yakalanmış insanlar gibi olduğunu, her
şeyin akıntı içinde sürüklendiğini sanmak, usu başında bir kimseye pek yakışmasa
gerek.”78

Bu durum çözüm için başka bir zeminin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bunu
Platon’dan önce farkeden hocası Sokrates olmuştur. Phaidon diyaloğundan
öğrendiğimize göre o, zamanında kendisinin de belli ölçülerde haşır neşir olduğu,
doğa üzerine yapılan araştırmalardan ümidini kesmiştir.79 Ve bundan sonra ahlaki
konulara eğilmeyi tercih etmiştir. Platon Kratylos’tan sonra, dikkatini ahlaksal
77
Aristoteles, Metafizik, 987-a, Çev. Ahmet Arslan, 2. bs. İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1996.
78
Platon, Kratylos, 440-a, b, c, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.
79
Platon, Phaidon, 96-a ve devamı, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.

26
sorunlar üzerinde yoğunlaştırarak evrensel tanımlara ulaşmaya çalışan Sokrates ile
tanışıp hem Herakleitos’un hem de Sokrates’in görüşlerinin doğru olduğuna kanaat
getirmiştir. Ve bu görüşlerin birleştirilmesinden çıkan sonuca göre ulaşılabilecek
ortak tanımların duyusal dünyayla ilgili olmamaları gerekmektedir.80 Zira Platon’a
göre hiçbir zaman aynı durumda bulunmayan bir şeye varlık bağlanamaz.81 Bu
noktada Platon’un düşüncesindeki episteme-doksa ayrımının daha keskin bir
biçimde belirmeye başladığını görmekteyiz. Bilimsel bilgi olan epistemenin nesnesi
idealar olurken, doksanın yani sanının nesnesi ise duyusal dünyadaki nesneler
olmaktadır. Burada Platon’un epistemoloji ve ontolojisinde problem yaratan birçok
sorun ortaya çıkmıştır. Bu mesele de aslında yukarıda önemine değinilen
epistemoloji ve ontolojinin örtüştürülebilmesi meselesinin bir örneğidir.
Burada çözüm için başka bir zeminin gerekliliğinden ve bunu Platon’dan önce
hocası Sokrates’in farkettiğinden bahsedildi. Akla Platon’un idealar ile görünen
dünyadaki nesneler arasında yaptığı ayrımın Sokrates’ten gelip gelmediği, böyle bir
ayrımın Sokrates için geçerli olup olmadığı gelebilir. Hiç şüphesiz bu teori çıkış
noktasını ve ilhamını diğer felsefi geleneklerden önce ilk olarak Sokrates’ten
almıştır. Bu teoriye itici gücünü asıl veren ise Sokrates’in tümel tanımlara ulaşmaya
çalışırken sorduğu “nedir” sorusudur. Sokratik diyalogların hemen hepsinde
karşımıza çıkan temel soru budur. Örneğin Lakhes diyaloğunda Sokrates Lakhes’e
“soruma cevap vermeye çalış bakalım: cesaret nedir?”82 diye sormaktadır. Bir başka
örnek ise Kharmides diyaloğundan verilebilir: Bu diyalogda Sokrates “bilgeliğin ne
olduğunu söyle bakalım”83 diye sormaktadır Kharmides’e. Sokratik diyaloglardan
bir başkası olan Euthyphron’da Sokrates’in Euthyphron’a “…dindarca olan şeyle
dine aykırı olan şey nedir?”84 sorusunu yönelttiğini görürüz.
Robinson ve Deniston da bu konuda “bilgiye yönelik araştırma ona çoğunlukla
şu biçim bir sorunun yanıtlanması olarak görünür: ‘X nedir?’. Platon’un gençlik
döneminin ürünü olan yapıtlar, öyleyse ‘X nedir?’ sorusunu soran, önerilmiş tüm

80
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 32. Ayrıca bkz. Aristoteles, a.g.e., 987-b.
81
Platon, Kratylos, 439-e, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.
82
Platon, Lakhes, 190-e, Çev. Tanju Gölçöl, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
83
Platon, Kharmides, 159-a, Çev. Tanju Gökçöl, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.
84
Platon, Euthyphron, 5-d, Çev. Pertev Naili Boratav, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.

27
yanıtları çürüten ve bilgisizlik itirafıyla sona eren yapıtlardır”85 tespitinde
bulunmaktadırlar. Dolayısıyla bu soruyu ve bu soruya verilmeye çalışılan cevap
denemelerini Platon, hocası Sokrates’ten tevarüs etmiştir. Ama Aristoteles’in
tanıklığına güvenecek olursak, Sokrates idealar ile nesneler arasında bir ayrıma
gitmemiş, bu adım Platon tarafından atılmıştır.86
Platon’un Sokrates’ten devraldığı “nedir” sorusunun cevabının verilmesi
oldukça güçtür. Günlük yaşantımızda karşımıza çıkan herhangi bir şeye “bu nedir”
sorusunu sorduğumuzda o şeyin sadece ismini söylemenin ötesinde doyurucu bir
yanıt vermekte ne kadar zorlandığımızı hemen farkederiz. Hatta biraz daha ileri
gidilirse bu sorunun cevabının verilip verilemeyeceği konusunda bile tartışmalar
yaşamak olası görünmektedir. Ancak bu soruya verilebilecek cevaplar Platon’un
kaygılarını göz önüne aldığımızda onun için birçok problemin çözüm yolunu
açacaktır. İşte bu gibi sebeplerden Platon’u idealar teorisine götüren çıkış noktası ve
ilham kaynağı bu soru olmuştur. Çünkü bu teorinin amaçlarından birisi dakik ve
kesin tanımları mümkün kılmaktır. Bu tanımlar sayesinde de tartışmalı olan,
göreceliği körükleyen ve karmaşa yaratan problemler artık ciddiyetini
kaybedecektir. Sonraki bölümlerde ele alınmaya çalışılacağı üzere idealar teorisinin
yöntem sorunu ile temasının da aslında bu noktada, tanımlamaların nasıl ve hangi
yolla yapılabileceği noktasında başladığını söylemek mümkündür.
İdealar teorisi elbetteki sadece idealar ve onların doğaları ile sınırlı kalmamış,
beraberinde teoriyi temellendirebilmek için cevaplanması gerekli olan başka sorular
getirmiş, bu da ruhun ölümsüzlüğü, ruh göçü, hatırlama, pay alma gibi kavramları
araştırmaya dahil etmek zorunluluğunu doğurmuştur. Bunların hepsi birbiriyle
sıkısıkıya bağlıdır. Önce Platon’un eserlerine dayanarak idealar ele alınıp bunlarla
bağlantısı içerisinde ruhun ölümsüzlüğü, ruh göçü, hatırlama ve pay alma gibi
kavramlar sırasıyla kökenlerine de işaret edilerek ele alınmaya çalışılacaktır.

İdealar teorisinin Platon’un farklı eserlerinde farklı yönlerinin farklı


yaklaşımlarla ele alındığını görmekteyiz. Bunun da etkisiyle olsa gerek Platon

85
R. Robinson, J. D. Denniston, “Platon”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed.
Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1, s. 3.
86
Aristoteles, a.g.e., 987-b ve 1078-b.

28
idealara atıfta bulunurken farklı kavramlar ve ifadeler de kullanmıştır. Örneğin
Raphael Demos’un tespitlerine göre ilk dönem diyaloglarında Platon içlemsel bir
tarzda düşünerek idea, biçim, tür ya da öz (idea, morphe, eidos, ousia) gibi
kavramları kullanmış, daha sonraki diyaloglarda ise kaplamsal bir bakış açısı
getirerek idealara birimler, cinsler, sınıflar (ennades, monades, gene) olarak atıfta
bulunmuştur. Öyleyse idealar hem karakteristikler hem de sınıflardır.87 İdealara
atıfta bulunurken Platon’un kullandığı başka bir ifade de “kendinde” ifadesidir.
Örneğin Phaidon’da Sokrates ideaları kastederek “kendinden ve kendiliğinden
güzel, iyi ve büyük ve bu gibi şeylerin var olduğunu kabul ederek bu noktadan
hareket edeceğim”88 demektedir.
Platon’un eserlerine başvurulduğunda bu teorinin ilk izlerini daha Euthydemos
diyaloğunda bile görmekteyiz. Bu diyalogda Platon Sokrates’e tikel nesnelerle ilgili
olarak şunları söyletmektedir; “onlar güzel’in kendisinden farklıdırlar; ama gene de
herbirine belli bir güzellik eşlik etmektedir.”89 Bu alıntının idealar teorisi ile ilgili
bize verdiği ilk ipucu tek tek nesnelerin pay aldığı “güzel’in kendisi” diye bir şey
olduğu ve bu ayrılığın mahiyeti belirtilmese de tikel nesneler ile bu kendinde güzel
denen şey arasında bir ayrım olduğudur. Bu ayrımı diğer tüm nesnelere de teşmil
ettiğini Sokrates’in Kratylos diyaloğundaki Kratylos tarafından da onaylanan şu
sorusu bize göstermektedir; “Kendinde iyi ve güzel bir şeyin var olduğunu, her bir
varlık için de bunun böyle olduğunu söylemeli miyiz?”90 Ancak bu teşmilin bazı
sorunlar yarattığı ve tartışmalı bir konu olduğunu Platon’un kendisi de görmüş ve
Parmenides diyaloğunda bunu gündeme getirmiştir.91
Phaidon diyaloğunda idealar hakkında daha etraflı bilgiler verilmektedir. Buna
göre ideaların temel özellikleri, oluşa tabi olan bu görünen dünyadaki nesnelerin
aksine değişmeden aynı kalmaları ve oluştan münezzeh olmalarıdır. İdeaların temel
özelliklerinden bir diğeri de gözle görünmeyip zihinle kavranıyor olmalarıdır.

87
Raphael Demos, “Formlar ve Şeyler”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed. Ahmet
Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1, s. 111.
88
Platon, Phaidon, 100-b vd., Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.
89
Platon, Euthydemos, 301-a, Çev. Halil Vehbi Eralp, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.
90
Platon, Kratylos, 439-d, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.
91
Platon, Parmenides, 130-b, c, d, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 1996.

29
İdeaların bu özelliklerini Phaidon diyaloğun’un (78-d, e ve 79-a) pasajlarındaki
ifadeleri göstermektedir:

“Sokrates: Demin söylediğiniz şeylere dönelim, dedi. Suallerimizde de


cevaplarımızda da kendinden var diyerek tanımladığımız bütün bu özler hep kendi
kendilerinin aynı mıdırlar, yoksa değişirler mi? Kendinden eşitlik, kendinden
güzellik, esaslı bir varlıkla var olan her ne varsa ne kadar küçük olursa olsun, bir
değişikliği kabul eder mi? Yoksa, şekli kendinden olan, kendiliğinden bir olan bu
özlerden her biri, hiçbir şekilde, hiçbir yerde hiçbir zaman en ufak bir değişikliğe
uğramadan, kendi kendinin her zaman aynı mı kalıyor?
Kebes: Onların hiç değişmeden hep aynı kalmaları zorunludur, diye cevap
verdi.
Sokrates: Fakat, dedi, bu kadar güzel şeylere, insanlara, atlara, elbiselere, güzel
eşit denilen ve özleriyle aynı adı taşıyan aynı tabiatta birçok şeylere ne diyeceğiz?
Bunlar aynı mı kalıyorlar, yoksa birincilerin tersine kendilerine göre de başkalarına
göre de aynı halde hiç kalmıyorlar mı?
Kebes: Öyledir, dedi. Bu şeyler asla aynı kalmıyorlar.
Sokrates: Demek, dedi, bunları tutabiliyor, görebiliyorsun veya duyularının biri
ile duyabiliyorsun, halbuki özdeşliklerini muhafaza eden ötekiler ancak düşünce ile
kavranırlar; çünkü şekilsizdirler ve göze görünmezler.”92

Tüm bu söylenenlere göre kalıcı ve kesin bilginin, yani epistemenin nesnesinin


değişmemesi gerektiği sonucu ortaya çıkar. Platon’a göre bu değişmeyen nesneler de
idealardır. Çünkü idealar oluştan ari, değişmeyen ilk örneklerdir. Görünen
dünyadaki nesnelere dayanan biliş türü ise ancak sanı, yani doxa olabilir. Bu konu
ile ilgili olarak Platon Devlet diyaloğunda bilginin varlığa bilgisizliğin yokluğa bağlı
olduğunu, sanının ise bilgiyle bilgisizliğin arasında bir yerde bulunduğunu
söylemektedir. Bunlara bilimin konusunun varlığın kendisi, sanının konusunun ise
görünüşler olduğunu eklemektedir.93 Platon’un bu söyledikerinin bize hatırlattığı
husus yokluk ve varlık arasında ne ona ne de öbürüne ait olmayan bir şeyin
bulunduğu hususudur. Arada bulunan bu şeyler ise görünüşler dünyasını
oluşturmaktadırlar. Bu yapılan ayrımın, yukarıda ifade edilmiş olan “Platon görünüş
dünyasına bir noktaya kadar gerçeklik tanıyarak çelişkisizlik ilkesini
sınırlandırmaktadır” tespiti ile yakından ilişkisi vardır. Ayrıca bu söylenenler ve
yapılan ayrımlar, yine yukarıda değinilmiş olduğu üzere Sofistlerin Parmenides ve

92
Platon, Phaidon, 78-d,e, 79-a, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001. Ayrıca bkz. Platon, Devlet, 507-c, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs.,
İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2000.
93
Platon, a.g.e., 477-b ve 477-e.

30
Elea okuluna dayanarak yaptıkları akıl yürütmelere karşı savunma zemini
hazırlamaktadırlar.
Gerçek varlık olarak tanımlandığını gördüğümüz idealar ile ne tam yokluk ne de
tam varlık olmayan görünüş dünyasındaki nesneler arasındaki ilişkinin ne menem
bir ilişki olduğu sorusu akla gelen sorulardan sadece birisidir. Platon bu soruna
cevap olarak “pay alma” kavramını getirmiştir. Platon bu “pay alma” ilişkisini ifade
etmek için farklı kavramlar kullanmıştır. Örneğin Platon’da pay alma için kullanılan
terimler miksis, metalepsis, kainonia, krasis, parousia, homoiosis ve özellikle
meteksis’tir.94 Ama Platon’un temelde belirtmek istediği ilişki “pay alma” ilişkisi
olduğu için ve hem Aristoteles hem de Platon tarafından en çok kullanılan kavram
bu olduğu için burada da “pay alma” kavramı kullanılacaktır.
Bu konu ile ilgili olarak, Phaidon diyaloğunda Platon’un Sokrates’in ağzından
bize şunları aktardığını görmekteyiz (okumaktayız): “Bana öyle geliyor ki
kendinden güzellik dışında bir güzel varsa, bu şey ancak bu kendinden güzelden bir
şeyler aldığı için güzeldir.”95 Ya da örneğin “iki olması gereken her şeyin bu
kendinden ikiliğe, bir olması gereken her şeyin bu kendinden birliğe katışması
icabıdır.”96 Aristoteles’in tanıklığına dayanacak olursak Metafizik (987-b)’de
“böylece o, bu diğer türden şeylere İdealar adını verdi. Duyusal şeylerin ayrı
olduklarını ve adlarını onlardan aldıklarını söyledi. Çünkü şeyler, kendileriyle aynı
adı taşıyan İdealardan pay almak suretiyle var olmaktaydı”97 dediğini görmekteyiz.
Ancak Platon bu teorinin de aksayan yönlerini görmüş ve Parmenides
diyaloğunda bunu gündeme getirmiştir. Parmenides diyaloğunda “pay alanların
ideanın bütününden mi yoksa bir parçasından mı pay aldığı, idea nesnelerde bütün
olarak bulunuyorsa nasıl kendi kendisinin aynı kalabileceği, şayet idea parça parça
nesnelerde bulunuyorsa ‘bir’ olarak kalmasının mümkün olup olmayacağı”98

94
Bkz. Aristoteles, a.g.e, s. 110, Dipnot-1. (Buradaki dipnot, Ahmet Arslan’ın çeviride temel aldığı
kaynak olan J. Tricot’un Metafizik çevirisine yine J. Tricot’un kendi düştüğü dipnottur. Tricot’un
Metafizik çevirisinin tam künyesi şudur: Aristote, La Métaphysique, traduite par J. Tricot, Tome I,
nouvelle édition entièrement refondue avec Commentaire, Paris, Librairie Philosophique, J. Vrin,
1970.)
95
Platon, Phaidon, 100-c, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.
96
Platon, a.g.e., 101-c.
97
Aristoteles, a.g.e., 987-b.
98
Bkz. Platon, Parmenides, 131-a, b, c, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 1996.

31
türünden sorular gündeme getirilmiş ama yanıtlanmadan bırakılmıştır. İdeaların
nesneler ile ilişkilerinin ötesinde birbirleri ile ilişkilerinin olup olamayacağı,
olacaksa bunun nasıl mümkün olabileceği ise bambaşka bir sorun alanı
oluşturmaktadır. Bu meselenin Sofist diyaloğunda gündeme geldiğini görmekteyiz.
Önemli bir diğer soru ise bu gözle görünmeyip sadece kavranabilen ideaların
nasıl bilinebildiği sorusudur. Bu problemin çözümünde de karşımıza birbiriyle
bağlantılı üç unsur çıkmaktadır. Bunlar ruhun ölümsüzlüğü, ruh göçü ve
hatırlama’dır. Platon’un ruhun ölmezliğine olan kesin inancını eserlerinden
çıkarsayabilmekteyiz. Platon ruhun ölmezliğine kesin olarak inanmakla birlikte bu
konuda yine de ihtiyatlı konuşmuştur. Örneğin Phaidon diyaloğunda, diyaloğun
genel yapısına da uygun olarak ruhun ölümsüzlüğüne inanmayı göze alınması
gereken birşey olarak görmekte ve şunları yazmaktadır; “göze alınması gereken bir
tehlike var; o da bu ölmezliğe inanmaktır.”99 Phaidros diyaloğunda da ruhun
ölümsüzlüğünü bir ilke olarak koyduğunu “şu ilkeden hareket edeceğiz: her ruh
ölümsüzdür”100 ifadelerinden anlamaktayız.
Platon ruhun ölümsüzlüğüne dair ifadelerinde kimi zaman Menon diyaloğunda
olduğu üzere rahip ve rahibelerin otoritelerine dayanmış kimi zaman da Phaidros
diyaloğunda olduğu üzere güçlü varsayımlar öne sürmüştür. Menon diyaloğunda
rahip ve rahibeler ile tanrısal şairleri kastederek “bunlar, insanın ruhu ölmez, bazan
hayattan uzaklaşır (ki buna ölüm diyoruz), bazan da yeniden hayata döner; ama
hiçbir vakit yok olmaz; bunun için insanın hayatı sonuna kadar dine uygun
olmalıdır, diyorlar”101 ifadelerine yer verdiğini görmekteyiz. Phaidros diyaloğunda
ise bu konu ile ilgili olarak şu ifadeler karşımıza çıkmaktadır:

“Gerçekten hareket kendisine dışarıdan gelen her cisim ruhsuzdur. Aksine,


hareketi kendi içinden gelen her cismin bir ruhu vardır, çünkü zaten ruh
demek hareketi kendiliğinden olan şey demektir. Kendiliğinden hareket eden
şey, ruhun ta kendisi olduğuna göre, bundan şu zorunlu netice çıkar: ruhun
başlangıcı yoktu sonu da olmıyacaktır.”102

99
Platon, Phaidon, 114-d, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001. Ayrıca bkz. a.g.e., 63-c.
100
Platon, a.g.e., 245-c.
101
Platon, Menon, 81-b,c, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
102
Platon, Phaidros, 245-e, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997.

32
Burada Platon’un kendiliğinden hareket edebilen şeylerin başlangıcı ve sonu
olamayacağı varsayımına dayanarak ruhun ölümsüz olduğunu kanıtlamaya
çalıştığını görmekteyiz. Kısacası yukarıdaki alıntılardan anladığımız kadarıyla ruhun
ölümsüz olduğu Platon’a göre kabul edilmesi gereken bir ilkedir.
Ruh göçü ise ruhun ölümsüz olması ile bağlantılı olmakla birlikte ondan farklı
birşeydir. Çünkü ruhun ölümsüz olması demek ruhun muhakkak başka bedenlere
göç ettiği anlamına gelmez. Ama Platon’un ruhun ölümsüzlüğünün yanı sıra ruh
göçüne de inandığını, onu da bir ilke olarak kabul ettiğini görmekteyiz. Ruhun
ölmezliği ile beraber bu ilke, epistemolojisinin ve ontolojisinin önemli bir ayağını
oluşturacak olan Hatırlama kuramını mümkün kılacaktır.
Örneğin Phaidon diyaloğunda “ruhların bu dünyayı terk ederek ahirete gittikleri,
oradan da gene dünyaya geldikleri, böylece ölümden hayata döndükleri fikri,
hatırladığım eski bir geleneğe dayanır”103 ifadelerine rastlamaktayız. Yine
Phaidon’daki “...hayata bir dönüş vardır, yaşayanların ölülerden doğduğu, ölü
ruhlarının yaşadığı, iyi ruhları iyi, fena ruhları fena bir talihin beklediği
muhakkaktır”104 ifadeleri Platon’un ruhgöçü konusundaki inancının ne kadar kesin
ve emin olduğunu göstermektedir. Bunun başka ifadelerini Phaidros’un bazı
pasajlarında da görmekteyiz.105 Devlet diyaloğunun (614-b)’den itibaren (621-c)’ye
kadar olan kısmında bu konuların ayrıntılı bir biçimde anlatıldığı ve ruhların yeni
hayatlarını nasıl seçtiği ile ilgili uzunca bir bölüm vardır.106 Devlet diyaloğundan
gösterilebilecek başka bir bölümde ise Sokrates Thrasymakhos’u kastederek şunları
söylemektedir: “Onu ve ötekileri inandırmak için elimden geleni yapacağım. Bir
başka hayatta onların işine yaramak isterim. İsterim ki, bir daha bu dünyaya
geldikleri zaman, gene böyle konuşmalara katılsınlar.”107

103
Platon, Phaidon, 70-c, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.
104
Platon, a.g.e., 72-d, e.
105
Örneğin bkz. Platon, Phaidros, 246-c ve 249-b, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay.,
1997.
106
Platon, Devlet, 614-b vd., Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
107
Platon, a.g.e., 498-d.

33
Ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü ilkelerinin neden bu kadar önemli olduğu,
bunlarla yakından ilişkili olan Hatırlama kuramı ele alınıp, bu kuramın idealar ile
olan ilgisi kavranınca daha iyi anlaşılabilmektedir.
Hatırlama kuramına göre ruh bedene girmeden önce hakikatleri temaşa etmiştir.
Ancak bedene girdiğinde bu hakikatleri unutmuştur. Hatta Platon’un Phaidros’taki
ifadelerine bakarsak bu hakikatleri temaşa etmemiş bir ruhun insan vücuduna
yerleşmesi mümkün değildir. Dolayısıyla her insanın ruhu bu gerçek varlıkları
temaşa etmiştir.108 İşte öğrenmek denen şey de ruhta daha bedene girmeden önce
bulunduğunu söylediğimiz bu hakikatleri hatırlamaktan ibarettir. “Fakat bu yer
yüzündeki şeyleri görünce daha önce görmüş olduğu gerçekleri yeniden hatırlamak,
her ruh için kolay bir şey değildir. ... Yalnız pek az ruhta yeter derecede hatırlamak
yetisi vardır.”109 Yukarıda Menon diyaloğundan alıntılanan bölümde Menon
tarafından ileri sürülen “bilen bildiği için araştırma gereği duymaz, cahil ise neyi
araştıracağını bilmez” şeklindeki problemi Platon bu kurama dayanarak bertaraf
etmektedir.
Platon Phaidon diyaloğunda ayrıca başka bir argüman daha ileri sürer. Buna
göre duyulardan gelen eşitlikleri eşitlik ideasına atfedebilmemiz ve eşitlik ideasına
yaklaşmakta başarı gösteremediklerini anlayabilmemiz için duyularımızı
kullanmaya başlamadan önce bu eşitlik ideasını öğrenmiş olmamız gerekmektedir.
Aksi takdirde duyumladığımız eşitlikleri bu eşitlik ideasına atfetmemiz mümkün
değildir.110
Hatırlama kuramını desteklemek için Platon matematiği kullanmaktadır.
Üzerinde, oturup düşünerek ya da bir kimse tarafından sorguya çekilerek matematik
hakkında bazı bilgileri zihnimizde açığa çıkarabilmemiz, matematikle ilgili olan bu
bilgilerin bizde a-priori olarak bulunduğunu göstermektedir. Menon diyaloğunda
Menon’un bir kölesine Sokrates’in çözdürdüğü geometri problemi buna bir delil
olarak gösterilmektedir. Burada Sokrates köleye bilgi vermeden sadece sorular

108
Platon, Phaidros, 249-e, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997. Ayrıca bkz. Platon,
Menon, 81-c, d, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
109
Platon, Phaidros, 249-e, 250-a, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997.
110
Platon, Phaidon, 75-b, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.

34
sormaktadır.111 Phaidon diyaloğundaki şu ifadeler Menon diyaloğundaki pasajları
hatıra getirmektedir:

“Kebes: Bütün insanlar sorguya çekildikleri zaman, her şey hakkında


hakikati kendiliklerinden bulurlar, halbuki kendilerinde bilim ve şaşmaz bir
akıl bulunmamış olsaydı, bunu yapamazlardı. Bundan sonra onları bir
geometri şekli veya buna benzer başka bir şeyin karşısına koysunlar, bu çok
açık olarak görülecektir.”112

Matematik ve matematik nesnelerin durumu aslında oldukça çetrefilli bir


meseledir. Bu konu hakkında ilerleyen bölümlerde biraz daha ayrıntılı olarak
durulacaktır.
Burada üzerinde durulan kavramlardan özellikle ruhun ölümsüzlüğü ve ruh göçü
ile pay almanın Pythagorasçılık’tan gelen etkiler olduğunu söyleyebiliriz.113 Yine
Guthrie, ruhgöçünün Platonik bir kavram olmadan çok çok önce Pythagorasçı bir
inanç olduğu tespitinde bulunmaktadır.114 Pythagorasçı gelenekte ruhgöçünün
önemli bir yere sahip olduğunu bize kalan fragmanlardan da bilmekteyiz. Örneğin
Pythagoras’ın bir köpeğe işgence edildiğini gördüğünde “dur, vurma artık! Dost bir
kişinin ruhu var bunda, tanıdım onun sesini duyunca”115 dediği aktarılmaktadır. Bu
konu ile ilgili olarak Pythagoras’a atfedilen bir başka söz de şudur: “Bir gün gelecek
ben elimdeki bu değnekle yine karşınızda ders vereceğim.”116 Ruhgöçü anlayışının
başka geleneklerde de varolduğu hatırlatılabilir. Ama bu alıntılardan da anlaşılacağı
üzere Platon’un bu etkiyi Pythagorasçılık üzerinden aldığını söylemek yanlış olmasa
gerektir.
Pythagorasçı diğer bir etkinin ise “pay alma” kavramında olduğunu
söyleyebiliriz. Bildiğimiz kadarıyla matematik ve sayılar Pythagorasçılık’ta çok
önemli bir yere sahiptir. Çünkü onlara göre “harmoniyi mümkün kılan sayı, bütün
dünyanın yapısını idare eden tanrısal ilkedir. Sayılar sadece fizik dünyayı açıklamaz,

111
Platon, Menon, 82-b vd., Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.
112
Platon, Phaidon, 73-a, b, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.
113
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 35, 36.
114
Guthrie, a.g.e., Volume 1, s. 165.
115
Walter Kranz, Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, 2. bs., İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1994, s. 42,
43.
116
Kranz, a.g.e., s. 43.

35
ayrıca ahlaki nitelikleri ve diğer soyut şeyleri de simgelerler.”117 Bu Pythagorasçı
görüşün Platon’un idealar teorisi ile yakından bir ilişkisi vardır. Bu konuda
Aristoteles şu tespitlerde bulunmaktadır:

“Pythagorasçılar şeylerin, sayıların ‘taklit edilmesi’ ile var olduklarını


söylemektedirler. Platon ise yalnızca bir ad değişikliği yaparak onların ‘pay
alma’ yoluyla var olduklarını söylemektedir. Ancak idealardan pay almanın
veya onların taklit edilmesinin mahiyeti ne olabilir? Bu, onların çözmeden
bıraktıkları bir sorundur.”118

Dolayısıyla Platon’un kullandığı önemli kavramlardan “pay alma” kavramında


da Pythagorasçılık’ın etkisi görülmektedir. Bütün bunlara ek olarak Platon’un
ideaları ile sayılar arasındaki münasebeti ve idealarla ilgili tartışmalarda matematiğe
sık sık başvurmasını da yine Pythagorasçı geleneğin bir etkisi olarak değerlendirmek
mümkündür.
Guthrie’nin tespitine göre Platon ve Parmenides ortak bir gelenek içindedir ve bu
yegane gelenek de Pythagorasçılıktır.119 Bu bakımdan Platon’un felsefesinde
Pythagorasçılık’tan gelen etkilerin neler olduğuna değindikten sonra Parmenides
üzerinde de durmak gerekmektedir. Çünkü Sokrates’ten sonra Platon üzerindeki en
büyük etkiyi Parmenides yapmıştır. Hatta Platon’un felsefesini Parmenides olmadan
anlamak güçtür.120 Parmenides’in kavranabilir dünya ile duyumlanabilir dünya
arasında yaptığı ayrım Platon için de oldukça önemlidir. Zira böylece “onun
idealizmine giden yol ilk olarak Parmenides tarafından açılmıştır. Platon’un ona
saygı değer ve muhteşem bir kişilik olarak atıfta bulunması sebebsiz değildir.”121
Dolayısıyla Platon’un idealizminde en büyük desteği aldığı filozof Parmenides
olmuştur.
Bunun yanısıra yukarıda da değinildiği üzere Platon’un mücadele ettiği
Sofistler’in dayandıkları ontolojik ve epistemolojik ilkeler Parmenides felsefesindeki
keskin varlık-yokluk ayrımından gelmektedir. Sofistlerin bertaraf edilmesi için bu
problemin çözümünün kaçınılmaz bir öneme sahip olması hem Sofistleri hem de

117
W. K. C. Guthrie, A History of Greek Philosophy, England, Cambridge University Press, 1992,
Volume 1, s. 213. Ayrıca bkz. Aristoteles, a.g.e., 987-a.
118
Aristoteles, a.g.e., 987-b.
119
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 63.
120
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 34, 35. Ayrıca bkz. Denkel, a.g.e., s. 92.
121
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 26.

36
Parmenides’i Platon felsefesinde önemli bir yere oturtmuştur. Felsefesini
geliştirirken Parmenides’in desteğini alan Platon yukarıda açıklanan sebeplerden
dolayı onunla sonuna kadar aynı yolda gitmemiştir. Hem gençliğinde aldığı
Herakleitosçu fikirlerin etkisi hem de Sofistlerin yarattığı tehditlerin gerekliliğinden
olsa gerek Parmenides’in varlık ve yokluk arasındaki keskin ayrımını terk etmiş ve
duyumlanabilir dünyayı üçüncü bir ontolojik kategori olarak kabul etmiştir.122 Bunu
yaparken de elbette ki Parmenides ile hesaplaşmak zorunda kalmıştır. Bu sebepten
olsa gerek Parmenides diyaloğunda hem kendi idealar teorisinin ortaya çıkardığı
güçlükleri sergilemiş hem de dolaylı olarak Parmenides’in düşüncelerinin
çıkmazlarını göstermiştir. Böylece, soruların çoğunu yanıtsız bırakmış olsa da,
Parmenides’ten sonra yazıldığını bildiğimiz Sofist diyaloğu için bir zemin
hazırlamıştır.

Platon elbette ki birkaç sayfa ile özetlenebilecek bir düşünür olmadığı gibi ele
aldığı kavramların dökümünü yapmak da çok kolay bir iş değildir. Hatta Platon
felsefesini ele alırken problemin bir yönü yakalandığında diğer yönleri elden
kaçmakta, bunların hepsi eksiksiz biraraya getirilmeye çalışıldığında ise hem
Platon’un yazım üslubundan hem de diyalogların kendi aralarındaki farklılıklarından
dolayı eksiksiz bir bütün kurmak zorlaşmaktadır. Ama yukarıda değinilmeye
çalışılan kavramların Platon felsefesinin en temel unsurları olduğunu söylemek
yanlış olmasa gerek. Bunlar da değişmeyen ilk örnekler olan idealar, ruhun
ölümsüzlüğü, ruh göçü, hatırlama ve pay alma’dır. Platon’un felsefesi ana hatları ile
ele alınmaya çalışıldıktan sonra şimdi de bu felsefe içerisinde yöntem sorunu ele
alınmaya çalışılacaktır.

122
Bkz. Platon, Devlet, 479-d, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.

37
3. PLATON’UN DÜŞÜNCE SERÜVENİNDE KARŞIMIZA
ÇIKAN YÖNTEMLER ve ÖZELLİKLERİ
Akılda tutulması gereken önemli bir nokta Platon’un bugün bizim yapmaya
alışık olduğumuz epistemoloji, ontoloji, mantık, etik, estetik vs. türünden ayrımları
yapmadığıdır. O, felsefeyi disiplinlere ayırmadan bir bütün olarak düşündüğü gibi
yöntem konusunda da ayrı bir problem alanı olarak durmamıştır. Bu konuda ancak,
diyaloglarında yürüttüğü araştırma üsluplarından ve konu ile ilgili söylediklerinden
sonuçlar çıkarabilmekteyiz. Buna göre Platon’un diğer bilimler ve yöntemler
arasında en çok önem verdiği ve temele aldığı yöntemin diyalektik olduğu
görülmektedir. Devlet diyaloğunun (533-c, d) kısmında geometri ve benzeri
bilimlerin ancak varlığın bir yanını kavrayabileceklerini vurguladıktan sonra şunları
ekler; “Yalnız dialektika metodu, varsayımları birer birer atarak, ilkenin ta kendisine
yükselir. Orada da kendini sağlama bağlar. Yalnız o, ruhun gözünü, gömülü olduğu
dünyanın çamurundan kurtarır ve saydığımız bilimleri kullanarak yüceltir onu.”123
Bu bakımdan Platon’un diyalektik’ten ne anladığı, bu yöntemi nasıl kullandığı,
diyalektiğin diğer yöntemler ve bilimlerle ne gibi bir bağlantısı olduğu gibi sorunları
anlamamız onun felsefi görüşlerinin bütününü anlamak için de çok önemlidir.
Çünkü “Platon felsefe ve diyalektiği bizim mantığı ya da metodolojiyi metafizikten
ayırmaya çalıtığımız gibi ayırmaya çalışmamıştır. … diyalektik felsefenin
kendisidir…”124
Diyalektik kavramı ise “dia” ve “legein”den mürekkep bir kavramdır. “‘Legein’
kökü konuşmak yüklemini ve konuşma eylemini işaret eder. Bunun yanısıra, ‘dia’
ise, bir şeyin ya da bir anlatımın, bir ötekiyle bağlantısını gösterir.”125 Dolayısıyla
“diyalektik” olarak adlandırılan yöntemin temelinde söz ve konuşma vardır.
Platon’un bu yöntemi temele alarak eserlerini diyaloglar şeklinde telif etmiş olması
bu bakımdan oldukça anlamlıdır. Bu bağlamda Platon Kratylos diyaloğunda
Sokrates’e Hermogenes’in olumlu cevap verdiği şu soruyu sordurmaktadır;

123
Platon, a.g.e., 533-c, d.
124
Robinson, a.g.e., s. 71.
125
Şahin Yenişehirlioğlu, Felsefe Diyalektik Bilgi Kuramı, Ankara, Ankara Üniversitesi Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., 1982, s. 11.

38
“…sorma ve yanıtlama sanatını bilen kişi, eytişimci diye adlandırdığın kişi değil
mi?”126
Diyaloglarda karşımıza çıkan ve diyalektiğin vecheleri olduğunu
söyleyebileceğimiz diğer yöntemler ise Sokratik Çürütme (elenkhos), Hipotez
yöntemi, Bölümleme (diairesis), Toplama (synagoge)’dır. Bu yöntemlerden ilk ikisi
daha yoğun olarak Platon’un Devlet diyaloğuna kadar olan döneminde karşımıza
çıkan yöntemlerdir. Diğer ikisi ise Platon’un geç dönemine denk düşerler. Bu
yöntemlerin diyalektiğin farklı vecheleri olduğunu söylemek mümkündür ama
şimdiden dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus vardır. Şöyle ki, bahsedilen
yöntemlerin temelde aynı olmalarına ve tartışmaya dayanmalarına rağmen
uygulandıkları alanlar, gözetilen amaç ve yöntemleri uygulayanın bilinç durumu
farklılıklar göstermektedir. Bu durum da yöntemlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi
gerektiğinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Diyalektiği ve Platon
felsefesindeki yöntem sorununu anlayabilmek için bahsi geçen bu yöntemleri
Platon’un düşünce serüveninin kronolojisine de dikkat ederek sırasıyla ele almak
gerekmektedir. Bu çalışma yürütülürken yöntemler arasındaki bağlantıları,
ayrılıkları ve bunların diyalektik ile olan ilişkilerini, yöntem sorunundaki önemlerini
daha derinlemesine incelemek fırsatı doğacaktır.

126
Platon, Kratylos, 439-c, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1998.

39
3.1. SOKRATİK ÇÜRÜTME YÖNTEMİ (ELENKHOS)
Platon’un düşünce serüveninde karşımıza çıkan ilk yöntem Sokratik Çürütmedir
(Elenkhos). Bu yöntem, isminden de anlaşılabileceği üzere Sokratik diyalogların en
karakteristik özelliklerinden birisidir. Ama bunun Platon’un ilerleyen dönemlerinde
de sık sık başvurduğu ve önemine işaret ettiği bir yöntem olduğu unutulmamalıdır.
Örneğin Sokratik diyaloglardan sonra yazıldığını bildiğimiz Şölen (199-c, 200-e)
diyaloğunda bu yöntemin kullanıldığını görmekteyiz.127 Buna ek olarak Platon’un
Sofist diyaloğundaki “…tüm arınma işlerinde en önemli ve en başta yapılması
gereken şeyin çürütme olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu denemeden geçmeyen
insan, büyük bir kral da olsa en büyük kusurlardan arınamaz ve bu nedenle
eğitimsiz, kaba biri olur”128 şeklindeki ifadesi onun Sokratik Çürütmeye verdiği
önemi göstermektedir. Ayrıca Jaeger’in “Platon’un mantık teorisi ve diyalektik
sanatının kendisinden neşet ettiği şey elenkhostur”129 tespiti de bu yöntemin Platon
felsefesi için ne kadar önemli olduğunu bize başka bir açıdan hatırlatmaktadır.
Sokratik Çürütme yöntemi incelendiğinde bu yöntemin asıl amacının test ederek
ya da çürüterek birisini yanlış düşüncesinden vazgeçirmek olduğu görülür. Bunu
yapabilmek için de muhatab olunan kişinin ileri sürdüğü fikirden bu fikirle çelişen
sonuçlar çıkarılır.130 Örneğin Protagoras diyaloğunun (329-d, 331-b) arasındaki
pasajlarında bunu açık bir biçimde görmek mümkündür. Protagoras’ın “erdem tektir
ve doğruluk, ölçülülük, dindarlık gibi nitelikler erdemin birbirlerinden farklı olan
parçalarıdır” şeklinde kabullendiği önerme çürütülmektedir. Sokrates Protagoras’a
önce doğruluk ve dindarlık üzerine sorular sorarak yanıtlar alır. Hemen ardından da,
az önce onayladığı önerme gereğince erdem ve erdemin parçaları hakkında yapılmış
olan keskin ayrımı hatırlatır. Bundan çıkan sonuç ise Protagoras’ın düşündüğünün
ve söylediğinin aksine dindarlığın doğru bir şey olamayacağıdır. Çünkü kabul edilen
önermelere göre dindarlık ile doğruluk arasında hiç bir bağlantı olmaması

127
Platon, Şölen, 199-c, 200-e, Çev. Cenap Karakaya, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.
128
Platon, Sofist, 230-e, Çev. Ömer Naci Soykan, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.
129
Jaeger, a.g.e., Volume 2, s. 310.
130
Scolnicov, a.g.e., s. 6.

40
gerekmektedir.131 Dolayısıyla Protagoras kendi kendisiyle çelişkiye düşmekte ve
akıl yürütmeler sonuna kadar götürüldüğünde kabullendiği önermenin çürütüldüğü
görülmektedir.
Birbaşka örneği ise İon diyaloğundan verebiliriz. Bu diyalogda İon, Homeros
şiirlerini okumak ve değerlendirmek konusunda herkesten üstün olduğunu
söyleyerek son derece iddialı bir tavır takınır. Ve hünerlerini sergilerken sadece
Homeros’u ele almaktadır. Çünkü ona göre aynı konuları ele almış olsalar da
Homeros’un bunları ele alışı diğer şairlerden daha iyidir.132
Bu noktadan itibaren Sokratik Çürütme başlamaktadır. Sokrates’in ilk ileri
sürdüğü ve İon’un kabul ettiği fikir sayılar üzerine konuşanlardan hangisinin doğru
söylediğini ayırt edebilecek kişinin sayı saymasını bilen kişi olduğu fikridir.
Bunların aynısı sağlık üzerine konuşanlar için de geçerlidir. Dolayısıyla bir konu
üzerine konuşan insanlardan hangisinin doğru hangisinin yanlış söylediğini konudan
anlayan aynı kişi ayırt eder.133 Dolayısıyla İon’un başta söylediğinin aksine, kabul
ettiği fikirler doğrultusunda, sadece Homeros üzerine değil aynı konulardan
bahseden diğer şairler üzerine de başarılı bir biçimde konuşabilmesi gerekmektedir.
Platon bu çürütmenin sonucunu yine Sokrates’in ağzından şöyle aktarmaktadır:

“Öyleyse dostum, aynı konu üzerinde laf edenleri değerlendirecek yetkili


ayırtman aynı kimsedir diyen sen olduğuna ve hemen hemen bütün şairler
aynı konuları ele alırlar diyen de sen olduğuna göre ben de, İon başka
şairleri de Homeros’u açıkladığı kadar iyi açıklar dersem doğru söylemiş
olmaz mıyım?”134

Bu alıntılananlardan yöntemin Scolnicov’un da dikkat çektiği başka bir özelliği


daha ortaya çıkmaktadır. Yöntemin işleyebilmesi için ileri sürülen tüm önermeler
muhatab tarafından kabul edilmelidir.135 Aksi taktirde çürütme sonuca
ulaştırılamayacaktır. Ayrıca Sokratik diyaloglarda Sokrates’in karşısındakine
sorduğu soruların yönlendirici bir özelliği olduğunu ileri sürmek mümkündür. Bu

131
Platon, Protagoras, 329-d ve 331-b, Çev. Tanju Gökçöl, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1999. Ayrıca bkz. a.g.e., 349-e ve 350-c ile 353-c ve 355-e. .
132
Bkz. Platon, İon, 530-c ve 531-d, Çev. Tacettin Ünlü, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1998.
133
Platon, a.g.e., 531-d ve 532-a.
134
Platon, a.g.e., 532-c.
135
Scolnicov, a.g.e., s. 6.

41
durum ise sorulan sorularla muhatab olunan kişinin maksatlı olarak yönlendirildiğini
söyleyerek yönteme karşı bir eleştiri geliştirilmesine zemin hazırlar. Bu eleştiride
haklı bir yön vardır elbette. Ama sınamaya tabi tutulan kişinin bu yöntem sayesinde
akıl yürütmelerin vardığı sonucu net olarak göremiyor olduğunu farketmesi bile
sınanan kişi için önemli bir gelişmedir. Bunun da Sokratik Çürütme yönteminin
amaçlarından birisi olduğu hatırlanırsa, belli ölçülerde haklı olan bu eleştirinin
yöntemin doğası için tehlike arz etmediği söylenebilir.
Sokratik Çürütme yönteminin özelliklerinden bir diğeri ise kişiye yanlışını
göstermekle birlikte doğruyu tam anlamıyla ortaya koyamamasıdır. Zira
Robinson’un tespitine göre Sokratik Çürütme bilgi vermez, sadece kişiye yanlış
yolda olduğunu gösterir ve yanlışlığı işaret eder. Burada da yöntemin eleştiriye açık
olan yönlerinden biri ortaya çıkmaktadır. Çünkü yöntem bize yanlışı göstermekle
birlikte doğruyu gösterememektedir.136 Sokrates’in zaman zaman ironik zaman
zaman da samimi bir biçimde büründüğü cehalet hali düşünülürse Sokratik
çürütmenin bu özellikleri daha da anlamlı bir hale gelecektir.
Sokratik Çürütme yönteminin tek amacı karşıdakinin fikirlerini çürütmek
değildir. Asıl amaç çürütmenin de ötesinde kişinin birşeyleri sorgulamaya
başlamasını sağlamaktır. Bu durum Sokratik diyalogların sorgulayıcı yapısı
düşünüldüğünde daha da anlaşılır olmaktadır. Bu bağlamda Scolnicov’a göre
“Sokratik diyalektik, çürütmenin ötesinde, savunmada olan kişiyi şoka sokarak
kavramsal yapısını değiştirmesini sağlamak amacıyla bir çıkmaz oluşturur.”137 Ama
yukarıda aktarılanlardan da anlaşılabileceği üzere Sokratik Çürütme kişinin
kavramsal yapısını yeniden nasıl inşa edeceğini göstermemekte, sadece bir çıkmaz
oluşturmaktadır. Bunun Platon’un kendisi tarafından dile getirilmiş olan güzel bir
örneği Menon diyaloğunda Menon’un Sokrates’i, kendisine dokunanı uyuşturan bir
tür balığa ve sihirbaza benzettiği bölümde vardır.138 Dolayısıyla bu yöntemin asıl
amacının yanlış kanıları çürüterek bertaraf etmek ve bununla da bağlantısı içerisinde
kişiye kavramsal yapısını sorgulatmak olduğu söylenebilir. Cornford da bu
bağlamda “bütün erken diyaloglarda, kabul edilmiş olan sonuç ustaca gizlenir,

136
Robinson, a.g.e., s. 17. Ayrıca Bkz. Lutoslawski, a.g.e., s. 205
137
Scolnicov, a.g.e., s. 8.
138
Platon, Menon, 80-a, b, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.

42
dolayısıyla okuyucu dikkatli bir çalışma yapmaya zorlanır”139 tespiti ile, Sokratik
diyalogların okuyucuyu sorunlar üzerinde sorgulamalar yapmaya zorladığını işaret
etmektedir. Sokratik Çürütme yönteminin bu özelliklerinin bir sonucu olarak
Sokratik diyalogların hemen hepsi sonuca ermeden biter.
Sokratik Çürütme’nin kişinin birşeyleri sorgulamaya başlayarak kavramsal
yapısını değiştirmeye başlamasına önayak olmayı amaç edinmesine Euthyphron
diyaloğu örnek olarak gösterilebilir. Bu diyaloğun başında Euthyphron kendisinden
çok emin bir tablo çizmektedir. Dini konularda yanılmayacağından ve herşeyi
bildiğinden emindir. Sokrates’in dine uygun olan ve uygun olmayan eylemlerin ne
olduğunu sorması üzerine ilk olarak “Tanrıların hoşuna giden, dine uygundur,
hoşuna gitmeyen, dine aykırıdır”140 cevabını verir. Bunun üzerine Euthyphron’un
fikirlerine göre Tanrıların da kendi aralarında güzel, iyi, çirkin, kötü gibi
meselelerde anlaşmazlığa düşerek kavga ettiklerini, bazılarının hoşlandığı bir şeyden
diğerlerinin hoşlanmadığını sorularıyla ortaya çıkaran Sokrates sınamayı şöyle
bitirir:

“Sokrates: O halde, aynı şeyler, tanrılarca hem sevilen, hem de nefret


edilen şeylerdir; aynı şeyler tanrıların hem hoşuna gidiyor, hem de
gitmiyor.
Euthyphron: Bunu kabul etmek gerek.
Sokrates: Demek ki, aziz Euthyphron, bu düşünce tarzına göre, bazı
şeyler hem dine uygun, hem de dine aykırı olabiliyor.
Euthyphron: Galiba öyle.”141

Bu sınamanın ardından Euthyphron tanımını “…dine uygun şey, bütün


tanrıların hoş gördükleri şeydir; bunun tersine, bütün tanrıların hoş görmedikleri
şey, dine aykırı şeydir…”142 diyerek değiştirir. Ama bu tanımın da ilerleyen
pasajlarda aynı yöntemle sınanıp çürütüldüğünü görürüz. Sokrates ilk olarak sevilen
ve seven arasındaki ayrımı pekiştirmektedir:

139
Cornford, a.g.e., s. 245.
140
Platon, Euthyphron, 7-a, Çev. Pertev Naili Boratav, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.
141
Platon, a.g.e., 8-a.
142
Platon, a.g.e., 9-e.

43
“Demek ki bir şey, ‘görülen şey’ olduğu için görülmüyor; tam tersine, biri
onu gördüğü için ‘görülen şey’dir; bir şey ‘sürülen şey’ olduğu için
sürülmüyor biri onu sürdüğü için ‘sürülen şey’dir.”143

Ele alınan örnek Euthyphron’un ileri sürdüğü tanıma da uygulanırsa tanrıların


sevdiği şey ile dine uygun olan şey arasında bir ayrım olduğu sonucu çıkar.
İlerleyen pasajlarda çürütme şu ifadelerle sona ermektedir:

“Öyleyse, Euthyphron, tanrıların hoşuna giden şey, dine uygun şey


değildir; dine uygun olan şey de, senin dediğin gibi, tanrıların hoşuna
giden şey değildir; bunlar ayrı ayrı şeylerdir. … Çünkü, biraz önce
üzerinde anlaştığımız gibi, dine uygun olan şey, dine uygunluğundan
ötürü tanrılarca sevilir; yoksa, tanrılarca sevildiği için dine uygun
değildir; doğru değil mi? … Eğer tanrılarca sevilen bir şey, sırf onlar
sevdikleri için seviliyorsa, o şeyin öz doğası söz konusu değil
144
demektir.”

Bunun üzerine Euthyphron “bütün önermelerimiz sanki çevremizde dönüp


duruyor, hiçbiri olduğu yerde durmuyor”145 diyerek şikayetlenmektedir. Buradaki
sızlanma aslında oldukça önemli bir ipucu vermektedir bize. Çünkü az önce de
değinildiği gibi Sokratik Çürütme yanlışı göstermekle birlikte kişiyi kesin bir
bilgiye ulaştıramamaktadır. Burada Euthyphron’un ağzından aktarılan sızlanmanın
aslında bu durumun bir tespiti olduğunu söylemek mümkün görünmektedir.
İlerleyen bölümlerde daha da açık bir biçimde üzerinde durulacağı üzere Sokratik
Çürütmenin bu yönü bize yöntem sorunu ile ilgili başka ipuçları da vermektedir.
Yukarıdaki paragrafta söylenenlerden de anlaşılabileceği üzere Sokratik
Çürütme yönteminin eleştiriye açık olan yanlarından birisi bu yöntemin “…bize
sadece yanlışı göstermesi ama doğruyu göstermemesidir.”146 Buna ek olarak
yöntemin rencide edici yanı onun olumsuz olan başka bir yönüdür. Çünkü bu
yöntem, sorgulamalarıyla çelişkileri ortaya çıkarmakta, dolayısıyla sınanan kişinin
utanmasına sebep olmaktadır. Sokrates’in Savunması’nda bu hususla ilgili olarak
şunları okumaktayız:

143
Platon, a.g.e., 10-b.
144
Platon, a.g.e., 10-d, e.
145
Platon, a.g.e., 11-b.
146
Robinson, a.g.e., s. 17.

44
“İçinizden biri karşı koyup bu saydıklarıma önem verdiğini ileri sürerse,
yakasını bırakacağımı, onu salıvereceğimi sanmayınız; sınayacağım,
sorguya çekeceğim onu, ince eleyip sık dokuyacağım, o ne derse desin,
erdemli olmadığını anlarsam, kendisini değeri çok olana az değer
verdiğinden, değeri az olana çok değer verdiğinden ötürü utandıracağım
147
onu.”

Robinson da bu meseleye dikkat çekmiş ve yöntemin Sokrates’in de


yargılanmasına sebep olan olumsuz yönlerinden birinin, muhatab olunan kişiyi
rencide ettiği için bu kişinin düşman kesilmesine neden olabilmesi olduğunu işaret
etmiştir.148 Platon’un diyaloglarında da bu husus ile ilgili ifadelere rastlanmaktadır.
Örneğin Protagoras diyaloğunda sorular karşısında Protagoras’ın sinirlenmeye
başladığı ve tedirgin olduğu görülmektedir.149 Daha da çarpıcı bir örnek Menon
diyaloğunda vardır. Konuşmaya sonradan katılan Anytos, Sokrates’in sorgulamaları
ile vardığı sonuçlara kızmakla kalmaz, ayrılırken “Sokrates, görüyorum, insanları
kötülemek senin için işten bile değil. Benden sana öğüt, biraz dikkatli ol!”150 diyerek
üstü kapalı bir tehdit bile savurur.
Sokratik Çürütme ile ilgili olarak belirtilmesi gereken başka bir husus da bu
yöntemin Elealı Zenon’un kullandığı saçmaya indirgeme yöntemi ile yakınlığı ve bu
yakınlığın doğurduğu sonuçlardır. Zira Parmenides ve Elea Okulu başlığı altında
kısaca değinildiği üzere, Elealı Zenon’un geliştirdiği ve kullandığı saçmaya
indirgeme yönteminin Sokratik Çürütme ile ne kadar benzer olduğu hemen
farkedilmektedir. Çünkü, yukarıda da belirtildiği üzere, Sokratik Çürütmede de temel
prensip, ortaya konan bir önermeden bu önerme ile çelişen sonuçlar çıkarmak
suretiyle önermenin yanlışlığını göstermektir. Hatta işleyişin aynılığından dolayı
yöntemin aynı olduğunu, farklılığın ise yöntem ile ulaşılan sonucun
değerlendirilmesinde ortaya çıktığını ileri sürebiliriz.
Zenon bu yöntemi hocası Parmenides’in tezine karşı gelenlerin ileri sürdükleri
görüşlerin biraz daha yakından incelendiğinde ne kadar saçma sonuçlara vardığını

147
Platon, Sokrates’in Savunması, 29-e, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1998.
148
Robinson, a.g.e., s. 17.
149
Platon, Protagoras, 333-e, Çev. Tanju Gökçöl, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.
150
Platon, Menon, 95-a, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.

45
göstermek amacıyla kullanmıştır. Platon’un Parmenides diyaloğunda da Zenon’a
kendi yapıtı ile ilgili şunları söylettiğini görmekteyiz (okumaktayız):

“Bu yapıtın, ‘varolan tek bir şeyse, pek çok saçma şey ve bizzat
temellendirmenin kendisiyle çelişkili şeyler ortaya çıkmaktadır’ diye onu
alaya almak isteyenlere karşı, Parmenides’in savına bir katkı olarak
151
yazıldığı doğrudur.”

Dolayısıyla Zenon’un amacı gözönüne alındığında onun için kesin olduğu


düşünülen bir sonucu saçmaya indirgeme yöntemini kullanarak başka açılardan
desteklemek söz konusudur. Oysa Sokratik Çürütmenin işleyişi saçmaya indirgeme
yöntemi ile aynı olmakla birlikte amacı kişiye birşeyleri sorgulatmak olduğundan
Zenon’daki gibi peşin bir hükme rastlanmamaktadır. Bununla da bağlantılı olarak
Zenon’dan farklı bir biçimde bu yöntem ile ele alınan konuların nihai bir sonuca
bağlanmadığı görülmektedir.
Ancak burada, Sokratik Çürütme ile de yakından ilgili olduğu için dikkat
çekilmesi gereken önemli bir mesele vardır. Zira Zenon’un kullandığı yöntem ile
Sokratik Çürütmenin temelde aynı oluşu büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü
Guthrie’nin de tespit ettiği üzere “Sofistler, Gorgias’ın ‘hiçbir şey yoktur’ tezini
savunurken yaptığı gibi, tüm bilgiyi absürd göstermek için Eleatik mantığın
formlarına dayanırlar.”152 Ayrıca Zenon’un öğrencisi olduğu rivayet edilen
Gorgias’ın, Elea’nın varlığın birliğini ve yokluğun imkansızlığını kanıtlamaya
soyunduğu düşünce yoluyla bunun tam tersi fikirlerin öne sürülebileceğini
göstermiş olduğu153 akılda tutulması gereken başka bir husustur.
Sokrates ile Sofistler’in düşünce yollarındaki bu köken birliği Sokrates’in de bir
Sofist gibi algılanmasına sebep olmuştur. Aristophanes Sokrates’i tipik bir sofist
olarak değerlendirmiş, birçok Atinalı da Sofistlik ile Sokrates’i özdeşleştirmeye
devam etmiştir.154 Çünkü o da Sofistler gibi sorgulamakta ve hal-i hazırda geçerli
olan değerler hakkında şüpheci davranmaktadır. Bunu yaparkenki asıl amacı da
insanları özellikle ahlaksal değerler üzerinde düşünmeye zorlamaktır. Bu bakımdan

151
Platon, Parmenides, 128 c-d, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 1996.
152
Guthrie, a.g.e., Volume 2, s. 20, 47. Ayrıca bkz. Guthrie, a.g.e., Volume 5, s. 135.
153
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 15.
154
Brumbaugh, a.g.e., s. 51.

46
“onun çağdaşları tarafından Sofistlerle özdeşleştirilmesi gerçekten mazur
görülebilir bir şeydir.”155 Ama unutulmamalıdır ki Sokrates Sofistlerden farklı
olarak, üzerinde durup düşünülürse herkes için geçerli olan tanımların
bulunabileceğine inanmaktadır. Ayrıca Sofistlerin para karşılığı ders vermelerini
doğru bulmamış ve onlarla bu konuda hilaflı kalmıştır.156 Dolayısıyla Sofistlerle
ortak noktalarının bulunmasına rağmen amaç ve üslupta onlardan ciddi bir biçimde
ayrılmıştır.

Sokratik Çürütme yöntemi ve bu yöntemin Platon felsefesindeki yeri ile ilgili


olarak söylenebilecek şeyler elbette ki burada ele alınanlar ile sınırlı değildir. Ancak
doğru değerlendirmeleri yapabilmek ve bu yöntemin Platon felsefesindeki yerini
saptayabilmek için Platon’un düşünce serüveninde karşımıza çıkan diğer yöntemleri
de incelemek ve resmi biraz daha tamamlamaya çalışmak kaçınılmazdır. Çünkü
diyalektiğin farklı vecheleri olduğunu söylediğimiz diğer yöntemler ile Sokratik
Çürütme arasındaki benzerlikler ve ayrılıklar ancak böyle ortaya çıkacak, Platon’da
yöntem sorunuyla ilgili söylenebilecek şeyler ancak bu yürüyüş sonucunda ortaya
konabilecektir. Bu bakımdan şimdi de Sokratik diyaloglardan hemen sonra ilk
olarak Menon’da karşımıza çıkan ve sonraki diyaloglarda da önemli bir yer
tuttuğundan Platon’da yöntem sorununu anlamak bakımından büyük önem taşıyan
Hipotez yöntemi ele alınmaya çalışılacaktır.

155
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 449.
156
Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 372.

47
3.2. HİPOTEZ YÖNTEMİ
Sokratik Çürütme yönteminin temelde yıkıcı bir yöntem olduğu ve kişiye çıkış
yolları sağlamayıp sorgulamaya sevkettiği belirtilmişti. Oysa yukarıda Platon
Felsefesi İle İlgili Önemli Hususlar başlığı altında ele alınmış olan problemleri
yıkıcı olan bu yöntemle çözmek mümkün değildir. Çünkü birşeylerin ortaya
konması ve sorunların çözülebilmesi için yapıcı yolların izlenmesi gerekmektedir.
Bu adımın da ilk olarak Menon diyaloğunda karşımıza çıkmış olan Hipotez
yöntemiyle birlikte atıldığını görmekteyiz. Robinson bu bağlamda Platon hakkında,
“bu yöntemin başlangıcı (tanıtımı) ile birlikte yıkıcı bir düşünme tarzından yapıcı bir
düşünce tarzına, elenkhostan ve başkalarının fikirlerinin çürütülmesinden, kendi
fikirlerinin inşasına geçmektedir”157 tespitinde bulunur. Robinson’un bu tespiti,
Menon diyaloğunun bir geçiş dönemi eseri olduğu ve bu diyalogda Platon
felsefesinin temel kavramlarından olan “hatırlama” ile “ruhgöçü” gibi kavramların
ortaya konduğu düşünülürse daha da anlamlı olacaktır. Çünkü bu işaretler
Robinson’un da belirttiği üzere Platon’un kendi düşüncesinin inşasına başladığının
bir göstergesi sayılabilirler.

Bu yöntemin temel prensibi, doğru olduğuna güvendiğimiz ve güçlü olduğunu


düşündüğümüz bir hipotez öne sürüp, bu hipotezden olası tüm sonuçları çıkarmaktan
ibarettir. Eğer bu çıkan sonuçlar kendi aralarında çelişkili olmadıkları gibi hipotezle
de çelişmiyorlarsa hipotez doğru olarak kabul edilir. Bu bakımdan Hipotez
yönteminin ulaşılan sonuçların doğru olduğunu kesin olarak kanıtladığını ileri
sürmek mümkün değildir. Scolnicov’un ifadeleriyle söylersek Hipotez yöntemi bize
sadece “sonucun hangi varsayım ya da varsayımlar ile mümkün olduğunu gösterir.
... Hipotez yönteminin asıl amacı (hamlesi) bizi sonucun doğru olduğuna inandırmak
ve onu destekleyen öncüller bulmamızı sağlamaktır.”158 Ama seçilecek olan hipotez
de önem arz etmektedir. Çünkü Phaidon diyaloğundan öğrendiğimize göre “…insan
fikirleri arasından en iyisini, çürütülmesi en güç olanını seçmeli; onun üzerine bir

157
Robinson, a.g.e., s. 122.
158
Scolnicov, a.g.e., s. 9, 10 ve 95.

48
sala biner gibi binerek, her şeyi göze alarak bu ömrü geçirmeli”dir.159 Bunu
yapabilmek için ise bazı fikirleri sınamış ve belli bir tecrübe edinmiş olmak
gerekmektedir. Bu tecrübeyi sağlayanın ise Sokratik Çürütme ile yaptığımız
sınamalar olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla Hipotez yöntemini
uygulayabilmek için belli bir tecrübe ve birikim sahibi olmak kaçınılmazdır.

Hipotez yönteminin ilk olarak Menon diyaloğunda karşımıza çıktığı belirtilmişti.


Platon’un bunu matematikçilerden aldığını Sokrates’in, “erdemin öğretim yoluyla
veya herhangi başka bir yolla edinilip edinilemeyeceğini bir varsayıma dayanarak
incelememe izin ver. Burada ‘varsayım’ kelimesini geometri bilginlerinin aldıkları
anlamda kullanıyorum”160 ifadelerinden anlamaktayız. Burada yöntemin
matematikçilerden alınmış olduğunun belirtilmesi, ileride ele alınacağı üzere,
yöntemin doğası ve Platon’un felsefesi içindeki yeri hakkında bize şimdiden ipuçları
vermektedir.

Phaidon diyaloğunda ise yöntemin daha sahih bir biçimde tanımlanıp


kullanıldığını görmekteyiz. Buradaki tanımına göre Hipotez yöntemi en sağlam
olduğu düşünülen fikrin temele konulması ve onunla uyuşmayanların elenip
uyuşanların doğru kabul edilmesinden ibarettir.161 Bu bağlamda yine Sokrates’in
ağzından Platon bize şunları aktarmaktadır:

“Her halde en sağlam olduğuna hükmettiğim fikri de temel olarak


koyuyorum ve onunla uzlaşmış bulduğum her şeyi, nedenin veya bambaşka
bir şeyin sözü olsun, doğru; onunla uzlaşmamış olan her şeyi de yanlış olarak
kabul ediyorum.”162

Hipotez yönteminin ayrıca Devlet diyaloğunda da Phaidon’da tanımlanmış


olduğu şekliyle önemli bir yeri olduğunu Platon’un Devlet diyaloğundaki “bu ilkeyi
doğru sayıp, yolumuza gidelim. Ama, şunu da unutmayalım: İleride bu ilkenin

159
Platon, Phaidon, 85-c, d, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.
160
Platon, Menon, 86-e, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
161
Platon, Phaidon, 100-a, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.
162
Platon, a.g.e., 100-a.

49
yanlış olduğunu görürsek, ondan çıkaracağımız bütün sonuçlar da güme gider”163
şeklindeki ifadesinden anlamaktayız.

Hipotez yönteminin Platon felsefesinde en belirgin şekilde karşımıza çıktığını


gördüğümüz diyaloglardan birisi de Menon ve Phaidon’dan sonra Parmenides’tir.
Bu diyaloğun (137-c) pasajından itibaren ortaya konan bütün önermeler Hipotez
yöntemi ile ele alınmışlardır. Bu diyaloğun Platon’un felsefi düşüncesindeki
öneminin yanısıra burada Hipotez yönteminin böyle belirgin bir biçimde kullanılmış
olmasının da önemli sebepleri vardır. Ancak çalışma ilerledikçe bu konular üzerinde
durmak, konunun sağlıklı sergilenebilmesi ve yapılan değerlendirmelerin yerine
oturabilmesi için önem arz ettiğinden bu meseleler ilerleyen bölümlerde ele
alınmaya çalışılacaktır.

Ortaya koyulan hipoteze saldırılması halinde ise yapılması gerekeni Platon


Phaidon diyaloğunda Sokrates’e söylettiği şu sözlerle aktarmaktadır bize:

“Bir kimse ilkenin ta kendisine saldırırsa, aldırmayacaksın ve ilkeden


çıkacak sonuçları incelemeden ve onların birbirleriyle uyuşup
uyuşmadıklarını görmeden önce ona cevap vermeyeceksin. Sen bu ilkenin
kendisi hakkında açık bir bilgi edinmek zorunda kaldığın takdirde senin en
çok değerli bulduğun daha genel bir ilke koyarak ve böylece kabule değer
bir sonuca erişinceye kadar aynı şeyi yapacaksın.”164

Dolayısıyla hipotezin kendisi sorgulanacak olursa yapılması gereken bu hipotezi


daha genel ya da üstün başka bir hipotezden çıkarsamak ve yeterli olduğunu
düşündüğümüz noktaya varana kadar buna devam etmektir. Bu durumun ileride ele
alınacak olan diyalektik yürüyüşle yakın bir ilişkisinin olduğunu söylemek
mümkündür. Hatta Platon felsefesinin geç dönemlerinde ortaya konan Bölümleme
ve Toplama yöntemleri bu meselenin başka bir boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır.

163
Platon, Devlet, 437-a, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
164
Platon, Phaidon, 101-d, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.

50
Tüm bu bağlantılar Platon felsefesinin dönemlere ayrılabilecek olmasına rağmen bir
bütün olarak ne kadar birbirine bağlı olduğunu gösteren hususlardır.

Hipoteze saldırılacak olursa onun daha kapsamlı bir hipotezden çıkarsanması ve


yeterli olduğunu düşündüğümüz noktaya kadar işleme devam edilmesi gerektiği
belirtildi. Ancak yöntem bize nerede durabileceğimizi ve yeterli noktanın neresi
olduğunu gösteremeyecektir. Böylece Brumbaugh’un da tespit ettiği üzere, Hipotez
yöntemi objektif olguları değerlendirmek için belli ölçülerde yeterli olmasına
rağmen kendini tanımayı amaçlayan Sokratik filozof için yeterli olmayacaktır.165
Dolayısıyla burada yöntemin eleştiriye açık, eksik bir yanı ortaya çıkmaktadır. Bu
eksiklik ise yöntemin, Platon tarafından istenen sonuca ulaşmak için yeterli
olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bu eksik ise ilerleyen bölümde
ele alınacağı üzere Devlet diyaloğunda bize açıklanan İyi ideası ve diyalektik
yöntem ile bertaraf edilerek sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.

Hipotez yöntemine getirilebilecek bir diğer eleştiri ise Platon’un kendisinin de


Devlet diyaloğunda (510-c) dile getirdiği üzere yöntemin temele alınan varsayımı
varsayım olmaktan çıkaramaması ve bu yöntemi kullanmakta olan geometri,
matematik gibi bilimlerin varsayımlar hakkında hesap verme gerekliliği
duymamalarıdır. Oysa varsayımı da varsayım olmaktan çıkarıp sağlam bir ilke
haline getirmedikçe herkesi bağlayan bir değere ulaşmak mümkün değildir. Bu
sorunun da çözümünü yine Devlet diyaloğunda ele alındığı şekliyle diyalektik
yönteminde bulmaktayız.

Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemleri arasındaki farkları ele almadan önce bu


yöntem ile ilgili söylenmesi gereken başka bir önemli husus daha vardır. Formel ve
bilimsel kullanılışını bilmesek de bu yöntem günlük yaşantımızda çok sık
kullandığımız bir yöntemdir. Örneğin sair zamanlarda karşımıza çıkan meseleler ile
ilgili yargılarımız genelde toplumun bize öğrettiği değerlerden çıkarımlar yapılarak
verilen yargılardır. Fakat bu değerler üzerine soru sorduğumuzda, bazılarının kısmen
de olsa makul açıklamalarını verebilmekle birlikte, genelde yanıtlarını bulmak pek
kolay olmamaktadır. Hatta insanın bu sorulara tam anlamıyla tatmin edici yanıtlar

165
Brumbaugh, a.g.e., s. 208, 209.

51
getirip getiremeyeceği bile tartışmalı bir konudur. Bu hususda kesin sonuca ulaşmak
istediğimizde inancın ya da sezginin sınırlarına geçmemenin mümkün olup olmadığı
gibi bir sorun da ortaya çıkabilir. Tam da bu noktada Hipotez yönteminin Platon’un
diyalektik yöntemi ile de bir bağlantısı, daha doğrusu farklılığı ortaya çıkmaktadır.
Ayırca bu durumun yöntem ve ilke arasındaki ilişkinin bir örneğini teşkil ettiğini
söylemek mümkün görünmektedir.

Tüm bunlara ek olarak, Sokrates’in Platon’a ilham ettiği “nedir” sorusunu ve bu


sorunun yukarıda özetlenmiş olan özelliklerini hatırlamak anlamlı olacaktır. Çünkü
yukarıda da ele alınmaya çalışıldığı üzere Platon’un Sokratik diyalogları, günlük
meseleler ile yakından ilgili olan cesaret, erdem, bilgelik, dostluk gibi kavramlara
“nedir” sorusunu sormuş ve bu sorunun ilhamı ile bazı sonuçlara varmıştır.
Dolayısıyla, bir önceki paragrafta söylenenlerle buradakiler arasında önemli bir
paralellik vardır. Bu hususun, Platon felsefesinin, hayatın içine ne kadar kök
saldığını gösteren bir husus olduğunu söylemek mümkündür.

Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemleri arasındaki ilişkiye gelecek olursak. Bu


yöntemlerin diyalektiğin birer vechesi olduğu belirtilmişti. Bu iki bölümde ele
alınanlardan çıkan sonuçlara göre işleyiş ve ilkeler aynı olduğu halde neden bu iki
yöntemin farklı isimlendirildiği ve buna bağlı olarak neden farklı değerlendirildiği
sorulabilir. Çünkü Sokratik Çürütme yönteminin temel ilkesi gereği, ortaya konan
bir önermeden sonuçlar çıkarılıyor ve çelişkiler sergileniyordu. Hipotez yönteminde
ise güçlü olduğu düşünülen bir varsayımdan sonuçlar çıkarılmaktaydı. Dolayısıyla
temel prensipleri aynı olan bu yöntemlerin nerede farklılaştıkları sorusu
cevaplandırılmayı beklemektedir.

Yukarıda da değinildiği üzere yöntem sorunu ilk anda farkedilenden daha ciddi
felsefi problemler içermekte ve akla, Giriş bölümünde sorulmuş olan sorular
türünden sorular gelmektedir. Bu problemleri ise sadece formel mantık mesabesine
indirmek pek mümkün görünmemektedir. Hem Giriş bölümünde sorulmuş olan
soruları hem de bu bölümde yapılmış olan tespitleri gözönünde bulundurarak
Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemi arasındaki farklara işaret etmek mümkündür.

52
Öncelikle işleyişleri aynı olmakla birlikte Sokratik Çürütme ile Hipotez
yönteminin farklı amaçlara hizmet ettiğini görmekteyiz. Birisi kişiyi birşeyleri
sorgulamaya zorlayarak önyargıları bertaraf ederken diğeri belli bir tecrübe edinmiş
olan kişinin gücüne güvendiği varsayımlardan sonuçlara ulaşmasını sağlamaktadır.
Buradan neşet eden başka bir ayrım daha vardır. O da yöntemleri uygulayanların
bilinç durumlarındaki farklılıktır. Çünkü Sokratik Çürütme, önyargılara sahip,
gelişmemiş bir zihnin uygulayabileceği yöntemken, Hipotez yöntemi biraz daha
tecrübe kazanmış ve sorunlar üzerinde nispeten daha fazla bilinç sahibi olduğunu
söyleyebileceğimiz kişi tarafından uygulanabilecek bir yöntemdir. Dolayısıyla
farklılığın temelde yöntemlerin yöneldiği amaç ve yöntemleri uygulayan kişilerin
bilinç durumlarında ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu elbette ki Sokratik Çürütme
yönteminin sadece bir basamak olarak kullanılıp bırakılacağı anlamına
gelmemektedir. Böyle birşey ileri sürmek ne Platon’un konu ile ilgili söylediklerine
uygun düşer ne de yukarıdan beri söylenenlere. Sadece belli bir bilinç seviyesine
ulaşmayan kişinin Hipotez yöntemini kullanamayacağı vurgulanmak istenmektedir.

Burada ortaya konanlardan çıkarılabilecek başka bir sonuç da diyalektiğin farklı


vecheleri olan Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemlerinin birer aşama olarak
değerlendirilebilecek olmalarıdır. Bu tespit Platon’un düşünce serüveni ve bu
serüvenin kronolojik özellikleri hatırlandığında daha da anlamlı olmaktadır. Ayrıca
Sokratik Çürütme’nin yıkıcılığı düşünüldüğünde ve buna Hipotez yöntemi için
tecrübe kazanmak gerektiği hususu eklendiğinde Platon’un diyalektik yöntemin
neden 30 yaşından sonra öğretilmesi gerektiğini savunduğu daha iyi
anlaşılabilmektedir. Çünkü yetişmemiş bir zihin yöntemleri yanlış yerlere yanlış
biçimlerde uygulayarak vahim sonuçlara varabilir.166 Hatta Sokratik Çürütme’nin
yıkıcılığı olgunluğa ulaşmamış bir zihne eğlenceli bile gelebilecektir. Dolayısıyla
Platon’un diyalektiğe giden yolda bazı aşamaların aşılmasını gerekli gördüğü
söylenebilir.

Akla gelen bir başka soru da Sokratik Çürütme, Hipotez, Bölümleme, Toplama
gibi yöntemlerin diyalektiğin vecheleri olduğunun ileri sürülmesinden mülhem,

166
Bkz. Platon, Devlet, 537-c vd., Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye
İş Bankası Kültür Yay., 2000.

53
diyalektik yöntemi bunlardan bağımsız değerlendirip değerlendiremeyeceğimiz ya
da bunlardan bağımsız değerlendirmek istersek ileri sürülen fikirden çıkan sonuçlar
gereği bunun mümkün olup olamayacağı sorusudur. Platon’un diyalektiğini bir
bütün olarak değerlendirmek gerektiği muhakkaktır, ancak meselenin ayrıntılarına
inebilmek için diyalektiği bu bütünden ayrı olmasa da temel prensipleri ile birlikte
farklı bir başlık altında ele almak zorunlu görünmektedir. Temelde aynı kaynaktan
çıkan ve hatta birbirinden bağımsız olmadığını gördüğümüz Sokratik Çürütme ve
Hipotez yöntemlerinin yukarıda ele alınmaya çalışılan farklılıkları bu durumun
gerekli olduğuna bir örnek teşkil edebilir.

Ayrıca bu yöntemler incelenirken ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz aşamalı


gelişmenin Platon’un düşünce serüveni ilerledikçe diyalektikle birlikte devam
edeceğini ve bunun bize açılımlar kazandıracağını ummak da mümkündür. Bu
bakımdan şimdi diyalektik yöntem farklı bir başlık altında anlaşılmaya çalışılacak ve
buraya kadar ele alınmış olan yöntemlerle ne gibi bağlantılarının ve ayrılıklarının
olduğu sergilenmeye çalışılacaktır. Bir sonraki aşama ise Platon’un geç
dönemlerinde ortaya çıkan Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin ele alınması
olacaktır.

54
3.3. DİYALEKTİK
Yukarıda, diyalektiğin Platon için ne kadar önemli olduğuna ve yöntemler ile
bilimler arasında en seçkin yerin ona tahsis edildiğine değinilerek kavramın
etimolojik kökenine de işaret edilmişti. Sokratik Çürütme ve Hipotez yönteminden
sonra şimdi de hem diyalektik hakkında daha açık bir fikre ulaşabilmek hem de
diyalektiğin vecheleri olduğunu söylediğimiz diğer yöntemler ile diyalektiğin nasıl
bir bağlantısı olduğunu anlayabilmek için biraz daha ilerleyerek Devlet diyaloğuna
başvurmamız gerekmektedir. Çünkü bu diyalogdan önce diyalektik hakkında
ayrıntılı ifadelere rastlamadığımız gibi yöntemler arasındaki farklara ve ilişkilere
dair de yeterince malzeme bulamamaktayız. Ama Devlet diyaloğunun özellikle İyi
ideası ile Bölünmüş Çizgi ve Mağara benzetmelerinin ele alındığı ardarda gelen
pasajlarında bu konu ile ilgili verimli ifadelere rastlamaktayız. Yöntem sorunu
gözönüne alınarak incelenmeye çalışılacak olan bu pasajlar Platon’un felsefesiyle
ilgili verimli başka tartışmalara değinilmesine de vesile olacaktır. Bu sebeple Devlet
diyaloğunun ilgili bölümleri Platon’un kendi yazdıklarına dayanılarak özetlenecek
ve yöntem sorunu ile bağlantıları ele alınmaya çalışılacaktır.

Platon Devlet’in altıncı kitabının (504-e) bölümünden itibaren Bölünmüş Çizgi


benzetmesinden hemen önce İyi ideasını ve buna bağlı olarak Güneş benzetmesini
ele alır. Ona göre gerçek bilimin konusu İyi ideasıdır,167 tüm bilinen şeyler bilinme
özelliğini İyi’den aldığı gibi iç ve dış varlıklarını da ona borçludurlar ama İyi buna
rağmen varlıktan çok daha güçlü birşeydir.168 Nesnelere gerçekliğini, kafaya da
bilme gücünü veren İyi ideası kendine eş olarak güneşi yaratmıştır. Görünen
dünyada, göz ve görünen nesneler için güneş neyse, kavranan dünyada da İyi,
düşünce ve düşünülen şeyler için odur.169 Platon’un buradaki ifadelerinde ontolojik,
epistemolojik, teolojik konularda birçok çetin tartışmayı boşandıracak hususlar
vardır. Bu ifadelerin önemi hem Sokratik Çürütme hem Hipotez yöntemi hem de
diyalektik ile yakından ilişkili olan Bölünmüş Çizgi ve Mağara benzetmelerinin
anlaşılabilmesi ve konu ile ilgilerinin kurulabilmesi için aklıda bulundurulması

167
Platon, a.g.e., 505-a.
168
Platon, a.g.e., 508-c, 508-e ve 509-b.
169
Platon, a.g.e., 508-b, c.

55
gereken ifadeler olmasıdır. Akılda tutulması gereken şeylerden ilki İyi’nin gerçek
bilimin nesnesi olmasıdır. Bir diğeri ise görünen dünyada güneşin görünen nesneler
için oynadığı rolün kavranan dünyada da İyi tarafından üstlenilmiş olmasıdır. Bu
hususlar Platon’un kullandığı yöntemler arasındaki ilişki ve farklılıkları anlamaya
çalışırken bilinmesi gereken hususlar olduğu gibi, Bölünmüş Çizgi ve Mağara
benzetmeleri ile ele alınmaya çalışılan sorunlarda da özsel bir öneme sahiptirler.
İyi ideası ve Güneş benzetmesiyle görünen ve kavranan dünya arasındaki ayrım
vurgulandıktan ve asıl amacın gerçek bilimin nesnesi olan İyi ideasına ulaşmak
olduğu berkitildikten sonra Bölünmüş Çizgi benzetmesi serimlenmektedir. Çünkü
bu benzetmeyi anlayabilmek için bir önceki benzetmede vurgulanmış olan görünen-
kavranan dünya ayrımının ve İyi’nin nitelikleri, hatta belki de niteliklerin bile
üzerinde olan durumu, akıldan çıkarılmamalıdır.
Bölünmüş Çizgi benzetmesine göre ise Platon bizden ilk önce bir çizgiyi aynı
uzunlukta olmayan iki parçaya bölmemizi ve bunlardan birini gözle görünen dünya
diğerini ise kavranan dünya olarak kabul etmemizi; hemen ardından da bu
parçalardan herbirinin aynı orantıyla yine ikiye bölünmelerini istemektedir.170
Böylece ortaya dört bölümlü bir çizgi çıkmaktadır. Bu çizginin görünen dünyayı
simgeleyen kısmının bir parçasına gölgeler, suda ve parlak yüzeylerde görülen
şekiller ve bunlara benzeyen bütün başka görüntüler, diğer parçasına ise canlı
varlıklar, bitkiler ve insan elinden çıkma nesneler denk düşmektedir.171 Kavranan
dünyayı simgeleyen kısmın ilk yarısı ise Devlet diyaloğunun (510-b, 511-a)
arsındaki pasajlarından anladığımız kadarıyla ideaların yansımalarına denk
düşmektedir.172 Kavranan dünyayı temsil eden çizginin ikinci bölmesi ise ideaları
temsil etmektedir. Zira Platon bu kısım için “burada aklın kendiliğinden dialektika
gücüyle kavradığı şeyler vardır”173 dedikten hemen sonra aklın bu aşamada
kavramdan kavrama geçerek, sonunda gene bir kavrama vardığını eklemektedir. Bu
konu ile ilgili olarak Pahidon diyaloğunun aşağıdaki pasajı da Devlet diyaloğu ile
bağlantılı gibi görünmektedir. Burada Platon ruh ile ilgili olarak şunları aktarır:

170
Platon, a.g.e., 509-d.
171
Platon, a.g.e., 509-e, 510-a.
172
Platon, a.g.e., 510-b, 511-a.
173
Platon, a.g.e., 511-b.

56
“Sokrates: Buna karşılık, dedi, şunu bil ki o yalnız ve kendiliğinden bir şeyi
incelediğinde orada katkısız, her zaman var olan, hiç ölmez ve hiç değişmez
şeylere doğru atılır. O şeylere yakınlığı yüzünden, kendi kendisiyle baş başa
kaldıkça, bundan alıkonulmadıkça her zaman onlarla beraber kalır. O andan
anarı sapıtmadan, sözü geçen şeylerle birlikte değişip bozulmadan, onlarla
temasından ötürü her zaman aynı kalır. Çünkü bu ruh hali bizim düşünüş
174
dediğimiz şey değil midir?”

Bölünmüş Çizginin bölmelerinin karşılık geldiği düşünüş biçimleri ve zihin


halleri ise sırasıyla yansı yani eiksaia175 (εικασία), inanç yani pistis (πίστις), çıkarış
yani dianoia (διάνοια), ve son olarak da kavrayış yani noesis’dir (νόησις).176
Görünen dünyayı oluşturan eikasia ve pistis sanı (δόξα) başlığı altında toplanmakta,
dianoia ve noesis ise episteme’ye (επιστήµη) dahil olmaktadırlar.177
Bölünmüş Çizginin serimlenmesi meselesinde ise yorumcular tarafından üç
farklı yol izlendiği görülür. Bunlardan birisi diyagram, diğeri yatay bir çizgi,
sonuncusu ise dikey bir çizgidir.178 Ferguson, Notopoulos ve Jaeger179 gibi yazarlar
bölünmüş çizgi benzetmesini yatay bir çizgi ile serimlerlerken, Raven, Cross ve
Woozley180 gibi yazarlar ise dikey bir çizgiyi tercih etmişlerdir. Platon bize konuyu
bölünmüş bir çizgi ile anlatmaya çalıştığı için onu anlamak bakımından diyagrama
başvurmaktansa çizgi örneğine sadık kalmak daha makul görünmektedir. Ama
Bölünmüş Çizgi benzetmesini farklı bir yöntemle serimlemenin anlamaya kolaylık
sağlayacağı da düşünülürse Tanner’in hem çizgi hem de diyagram örneklerine yer

174
Platon, Phaidon, 79-d, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.
175
Devlet diyaloğunun burada başvurulan tercümesinde, yukarıda eikasia (εικασία) olarak belirtilen
kavram sanı olarak tercüme edilmiştir. Paul Shorey’in Devlet tercümesinden ve ilgili pasaja düştüğü
dipnottan anlaşıldığı kadarıyla eikasia kavramının yan anlamlarından birisi de sanıdır. Ancak bu
çalışmada faydalanılmış olan kitap ve makalelerin hiçbirisinde eikasia kavramı Türkçe’de anlaşıldığı
şekliyle sanı biçiminde kullanılmamış ve hatta bu kavramlar dikkatli bir biçimde ayrı tutulmuştur.
Grekçe metnin aslında da doksa (δόξα) kavramı değil eikasia kullanılmaktadır. Bu bakımdan burada
tercih, kavramı, Grekçe metnin aslındaki gibi alıntılamaktan yana kullanılmıştır. Bu konuda bkz.
Plato, Republic, 511-e, Trans. Paul Shorey, Ed. Jeffrey Henderson, London, Loeb Classical Library,
Harvard University Press, 2006, s. 116, 117.
176
Platon, Devlet, 511-d, e, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
177
Platon, a.g.e., 534-a.
178
Ahmet Cevici, Platon’un Devlet’teki Bölünmüş Çizgi Analojisi, Ankara, Ankara Dil ve Tarih-
Coğrafya Fakültesi Araştırma Dergisi Cilt 15’den Ayrı Basım, 1994, s. 35.
179
A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light Part-1”, The Classical Quarterly, Volume 15, No. 3/4,
July.,-Oct., 1921, s. 137. James Anastasios Notopoulos, “The Meaning Of Eikasia In The Divided
Line Of Plato’s Republic”, Harvard Studies In Classical Philology, Volume 44, 1933, s. 198.
Jaeger, a.g.e., Volume 2, s. 288.
180
Bkz. Cevici, a.g.e., s. 35.

57
verdiği ∆ιάνοια And Plato’s Cave isimli makalesine başvurulabilir.181 Çizginin yatay
bir şekilde mi yoksa dikey bir şekilde mi gösterileceği hususunda ise, diyalektik
yürüyüşteki aşağı ve yukarı hareketler düşünüldüğünde ve buna Platon’un
diyalektiğe karşılık gelen zihin hali noesis’i en üste yerleştirmemizi istemiş olduğu
eklendiğinde, dikey bir çizgiden yana tercih kullanmak daha doğru
görünmektedir.182 Bu bakımdan burada da tercih dikey bir çizgi yönünde
kullanılacaktır.
Belirtilmesi gereken bir başka husus ise yukarıdaki alıntılardan da anlaşıldığı
üzere çizgi bölünürken bir tarafın daha uzun diğer tarafın daha kısa alınıyor
oluşudur. Ama Platon bize hangi bölmelerin daha uzun ya da kısa alınması ve bunun
neye istinaden yapılması gerektiği gibi hususlarda kesin ve net bir açıklamada
bulunmamıştır. Bu bakımdan kimi yorumcular için duyusal dünyada bulunan
nesnelerin, kopyaları oldukları asıllarına nazaran sayıca çok olmaları onları temsil
eden bölümün uzun alınmasına sebep olarak görülmüştür. Bazı yorumcular ise
açıklık ölçütünü temele alarak kavranan dünyanın daha açık olmasına istinaden
kavranan dünyayı temsil eden kısmı uzun almayı tercih etmişlerdir. Bu tercihte
belirleyici olan bir diğer etken ise üç benzetmede de ışık sembolünün çok önemli bir
yere sahip olmasıdır.183 Burada da hem açıklık kriterinin önemi hem ışık
sembolünün bu benzetmelerde oynadığı rol gözönünde bulundurularak hem de
Platon felsefesinin geneli düşünüldüğünde daha çok önem arzeden kısmın kavranan
dünyayı temsil eden kısım olduğu hususu hatırlanarak ikinci serim yolu tercih
edilmiştir:

181
R. G. Tanner, “∆ιάνοια And Plato’s Cave”, The Classical Quarterly, New Series, Volume 20,
No. 1 May, 1971, s. 82, 84, 89.
182
Cevici, a.g.e., s. 35. Ayrıca bkz. Betty A. Sichel, “Plato’s Divided Line And Piaget: A Response
To Kieran Egan”, Curriculum Inquiry, Volume 12, No. 3, Autumn, 1982, s. 318
183
Bkz. Cevici, a.g.e., s. 39.

58
Noesis (Kavrayış)

Episteme (Bilgi)

Dianoia (Çıkarış)

Pistis (İnanç)

Doksa (Sanı)

Eikasia (Yansı)

Bölünmüş Çizgi benzetmesinin ve bu benzetmenin ele alındığı pasajların


yöntem konusunda bize verdiği ipuçlarına geçmeden önce üzerinde durulmasının
önem arz ettiği bir husus daha vardır. O da Bölünmüş Çizginin bölmelerinin karşılık
geldiği ontolojik nesnelerin neler olduğu hususudur. Çünkü bu bölmelerin karşılık
geldiği ontolojik nesneler hakkında açık olmayan bazı noktalar vardır. Örneğin
Platon kavranan dünyaya denk düşen bölümün ilk yarısında asılların yansılarına
dayanılarak varsayımlarla iş yapıldığını söylerken184 bu yansıların eikasia’nın
pistis’e göre olan durumu gibi bir durumu olup olmadığını söylemediği gibi, bu
bölüme denk düştüğü kimi yorumcularca ileri sürülmüş olan matematik ara
184
Platon, Devlet, 510-b, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.

59
nesnelerin bulunup bulunmadığını da açıklamamaktadır. Bunları açıklamaktan
sakındığını ve konunun ne kadar çetrefilli bir konu olduğunu bildiğini “bu
ayrımların dayandığı nesneler arasındaki ilintilere, kavranan ve sanılan şeylerin
bölünmelerine gelince, bu meseleleri bırakalım. Yoksa sözlerimizi yüz kere daha
uzatmış oluruz”185 ifadelerinden anlamaktayız.
Platon ne Devlet’te ne de başka bir diyaloğunda bu konu hakkında bizi
aydınlatacak başka bilgiler vermediğinden net bir cevap bulamamaktayız. Ama
Platon’un bu bölmelerin düşünüş biçimlerini ifade eden epistemolojik bir
ağırlıklarının olduğunu ve bunun böyle algılanmasının daha iyi olacağını
düşündüğünü yine Devlet diyaloğundaki ifadelerinden anlamaktayız. Zira o, Devlet
diyaloğunda “şimdi bizim çizgi üzerinde yaptığımız dört bölüme, dört türlü düşünüş
yolunu uygula”186 dedikten hemen sonra en yüksek bölümden başlayarak sırasıyla
noesis, dianoia, pistis ve eikasia’yı saymaktadır.
Platon’un, üzerinde durmamamız konusunda bizi uyarmasına rağmen bu
tartışmalı hususlara değinmek önem arz etmektedir. Çünkü bu tartışmalı hususlar
Platon felsefesinin geneli ile yakından ilgili olduğu gibi yöntem sorunu ile de dolaylı
bir biçimde temastadır. Bu tartışmada asıl sorun yaratan konu ise matematik
nesnelerin durumudur. Bunların yanısıra hatırlanırsa bu konuya Platon Felsefesinin
Ana Hatları ve Kökenleri başlıklı bölümde bir cümle ile işaret edilmiş ve konunun
ilerleyen bölümlerde ele alınacağı söylenmişti. Bu bakımdan Platon’u anlamak
hususunda önem arzeden bir konuyu tartışmadan geçmemek gerekmektedir.

Bu konuda ilk olarak başvurulması gereken kaynak ise pek tabi ki Platon
hakkında önemli tanıklıklarda bulunan öğrencisi Aristoteles’tir. Aristoteles
matematik ara nesneleri Platon’un eserlerinde rastlamadığımız bir biçimde net ve
açık olarak tanımlamakta, bunları da bir yerde Platon’a bir başka yerde ise
Platoncular’a atfetmektedir. Metafizik’teki konu ile ilgili olan ilk pasajda Aristoteles
şu tespitlerde bulunmaktadır:

185
Platon, a.g.e., 534-a.
186
Platon, a.g.e., 511-d, e.

60
“Ayrıca Platon duyusal şeyler ve İdeaların dışında matematiksel nesnelerin
varlığını kabul etmektedir. Bunlar ezeli-ebedi ve hareketsiz olmaları
bakımından duyusal nesnelerden; İdeanın kendisinin biricik, bireysel ve tek
bir gerçeklik olmasına karşılık, birden fazla sayıda olmaları bakımından
İdealardan ayrılan ‘aracı’ gerçekliklerdir.”187

Yine Metafizik’te Aristoteles “Platoncular matematiksel şeyleri duyusal


matematiksel şeylerle onların İdeaları arasında aracı bir varlık, İdealarla duyusal
dünyadaki şeylerin dışında üçüncü bir varlık sınıfı olarak almaktadırlar”188
demektedir. Aristoteles bunları idealar ve duyusal nesneler arasında açılan uçurumu
ve bu uçurumun oluşturduğu sorunları sergileyip konu üzerindeki eleştirilerini
yöneltmek için yazmıştır. Dolayısıyla buradaki bağlamından farklı bir anlamda söz
konusu edilmiş olmalarına rağmen bizim için önemli olan yanı Platon’un ara
nesneler hakkındaki görüşleri üzerinde Aristoteles’in tanıklığının hangi yönde
olduğunu göstermeleridir.
Diğer yorumcuların konu üzerindeki fikirlerine bakacak olursak, yorumların
büyük çoğunluğunun eikasia ve pistis arasındaki orijinal-yansı ilişkisinin dianoia ve
noesis arasında da geçerli olduğunu desteklediklerini görürüz.189 Gerçi Platon da,
yukarıda bahsedildiği üzere, noesis ve dianoia arasında bu orijinal-yansı ilişkisinin
bulunduğunu söylemiştir. Ama bu ilişkinin ontolojik anlamdaki nesneleri de içerip
içermediği konusunda bir şey söylememektedir. Bunun bir sonucu olsa gerek
Aristoteles’in birinci elden tanıklığına rağmen yorumcuların birçoğu bu
bölümlemelerin ontolojik yanından çok epistemolojik yanına ağırlık vermişler ya da
bunu ima eden bir biçimde yazmışlardır. İki farklı görüşü temsil eden yorumculara
örnek olarak ise Raven ve Hackforth’u gösterebiliriz. Örneğin Raven’in “Çizginin
üst ana kısmına geçtiğimizde, B bölümünün içerdiklerinin A’nın içeriklerine karşı
durumunun D’deki yansıların C’deki asılları karşısındaki durumu gibi olduğunu
çoktan bilmekteyiz”190 ifadeleri onun bölmelerin ontolojik yanlarını da gözönüne
aldığını ve bu sınıflamada Aristoteles’in tanıklığını kılavuz tuttuğunu
düşündürmektedir. Hackforth ise makalesinde, Aristoteles’in tanıklığını ettiği

187
Aristoteles, a.g.e., 987-b.
188
Aristoteles, a.g.e., 1059-b.
189
Örneğin bkz. Ferguson, a.g.e., s. 150. Notopoulos, a.g.e., s. 203 Dipnot-3.
190
J. E. Raven, “Sun, Divided Line, And Cave”, The Classical Quarterly, New Series, Volume 3,
No. 1/2, Jan.-Apr., 1953, s. 25.

61
matematik ara nesnelerin idealar ve duyusal nesneler arasında üçüncü bir sınıf
olmayıp bu matematik nesnelerin idealardan ayrı düşünülemeyeceğini savladıktan
sonra191 “…çizginin alt kısmının nesneleri arasındaki farklılık bizi üst kısmın iki
bölümünün nesneleri arasında bir ayrım yapmaya zorlamamalıdır…”192 demektedir.
Dianoia ve noesis’in ontolojik olarak farklı nesnelere mi sahip oldukları ya da
kavranan dünyayı temsil eden bu ana bölmenin sadece ideaları mı içerdiği konusu
oldukça zor bir konudur. Ahmet Cevizci’nin aşağıya alınan bu bağlamdaki tespitleri
anlamlıdır:

“…çizginin üst yarısının matematikçinin zihin halini gösteren alttan birinci


kesitinin nesnelerinin neler olduğu sorusunu sorduğumuzda, bunun
Bölünmüş Çizgi Analojisinin ve Platon’un epistemolojisinin en dikenli
konusu olduğunu hemen farkedebiliriz. … Platon’un dianoia’ya ilişkin
tartışmada, dianoia’nın nesnelerinden hemen hiç söz etmeyip, burada
kullanılan yönteme ilişkin açıklamalarla yetinmesi, konuyu anlaşılması ve
anlamlandırılması güç bir konu haline getiren en önemli öğedir.”193

Bu konuda farklı yorumların ortaya çıktığı görülmektedir. Kimi yorumcular


dianoia için ayrı bir nesne sınıfına gerek olmadığını, dianoianın nesnesinin de
idealar olduğunu ileri sürmüşlerdir. Örneğin yukarıda görüşlerini alıntıladığımız
Hackforth dışında Feguson da idealardan ayrı matematiksel ara nesnelerin varlığını
kabul etmeyerek nasıl ki eikasia asıl nesnelere sınırlı bir bakış ise dianoianın da
idealar üzerine buna benzer bir sınırlama ile çalışmak zorunda olduğunu
söylemektedir.194 Ama bunun dışında ayrıca bir matematik ara nesne kabul etmez.
Richard Robinson da Bölünmüş Çizginin kavranan dünya ile ilgili kısmının iki
bölümünün de nesnesinin bir ve aynı olduğunu düşünmektedir.195 Bu görüşe sahip
çıkan başka bir yazar ise Guthrie’dir; Çizginin üst ana bölümünün kısımlarının
karşılık geldiği nesnelerden ziyade zihin durumlarına vurgu yapıldığını çünkü bu
kısımlara karşılık gelen nesnelerin aynı olduğunu, farklılığın ise yöntemde ve
anlama seviyesinde ortaya çıktığını söylemekte ve ardından da matematikçinin

191
R. Hackforth, “Plato’s Divided Line And Dialectic”, The Classical Quarterly, Volume 36, No.
1/2, Jan.–Apr., 1942, s. 1.
192
Hackforth, a.g.e., s. 2.
193
Cevizci, a.g.e., s. 64.
194
Ferguson, a.g.e., s. 150.
195
Robinson, a.g.e., s. 195.

62
üzerine çalıştığı nesnelerin matematik ara nesneler değil idealar olduğunu ileri
sürmektedir.196 Platon’da matematiksel ara nesnelerin olmadığını, kavranan
dünyanın tümüne karşı gelen nesnelerin idealar olması gerektiğini düşünen ve bu
yorumlara katılan başka bir yazar ise Cooper’dır.197
Hardie ise bu yorumların aksine matematik ara nesnelerin bulunduğunu
Devlet’in bazı pasajlarına dayanarak iddia etmekte ve bu konuda ara nesnelerin
olduğu yönünde yorum yapan Iamblichus ve Proclus gibi Yeniplatoncu düşünürlerin
görüşlerinin doğruluğunu ispat edebileceğini umduğunu söylemektedir.198
Tanner da matematik ara nesneleri kabul etmemekle ve kavranan dünyanın
nesnesi olarak sadece ideaları almakla birlikte farklı bir yorum getirmiştir. Bu
yoruma göre “zihnimiz bir ideayı algıladığı zaman onu bütün kapsamıyla kavrarız;
bu epistemedir. Hafızamız hatırımızdaki bir imajı çağırdığında çıkarsama yapmaya
başlayarak bu imajı oluşturan ideaya ulaşırız; bu yol ve yöntem de dianoia olarak
adlandırılır.”199 Bu yorum da aslında kavranan dünyada kullanılan farklı iki yöntemi
farklı bir bağlamda ve değişik bir biçimde ifade etmektedir. Ayrıca bu meselenin
Tanner’ın makalesinde de üzerinde durduğu gibi Hatırlama kuramı ile de yakından
bir ilişkisi vardır. Zaten yukarıdan beri bahsedilen hususların bir Platon
okuyucusunun aklına Menon diyaloğunu getirmemiş olması düşünülemez.
Bu konudaki diğer bazı yorumları da kısaca Ahmet Cevizci’nin anlatımından
iktibas edecek olursak sırasıyla şu yorumları sayabiliriz: 1) Dianoia’yı
matematikçilerin idealara ilişkin tam olmayan yanlış tasarımları kabul eden; 2)
Dianoianın nesnelerinin, Platon tarafından aklın saf ilkelerinin suretleri olarak
görülen matematik nesneler olduğunu savlayan; 3) Dianoianın, matematikçinin
idealara ilişkin incelenmemiş fikir ya da kavramlar olarak görülen varsayımları
olduğunu ileri süren; 4) Dianoianın nesnelerinin, matematiksel idealara ilişkin doğru
kabul edilmiş, sorguya çekilmemiş önermeler olduklarını savunan; 5) Dianoianın
nesnelerinin ne olduklarını belirleme probleminin bütünüyle çözümsüz olduğunu
savunan yorumlar.200

196
Guthrie, a.g.e., Volume 4, s. 509.
197
Tanner, a.g.e., s. 81
198
W. F. R. Hardie, A Study In Plato, England, Oxford University Press, 1936, s. 51, 52.
199
Tanner, a.g.e., s. 85.
200
Cevizci, a.g.e., s. 65, 66.

63
Yukarıda ana hatlarıyla ele alınmaya çalışılan bu çetin tartışmada nihai bir karar
vermek gerçekten zor görünmektedir. Burada ise tercih, Aristoteles’in otoritesine ve
güçlü tanıklığına rağmen, matematiksel ara nesnelerin olmadığı, aksine kavranan
dünyanın bütünü için ideaların söz konusu olduğu görüşünden yana kullanılacaktır.
Bunun ilk sebebi Platon’un bu konu hakkında bize aktardıklarının matematiksel ara
nesnelerin bulunduğu yönünde yapılan yorum için değil de bunun aksi için daha
cesaretlendirici olmasıdır. Örneğin Phaidon diyaloğunda Platon’un sayıları idealar
olarak değerlendirdiğini bilmekteyiz.201 Bunu diyaloğun (102-a ve 105-b) pasajları
arasındaki ifadelerden anlamak mümkün olduğu gibi aşağıya alınan pasaj da
sayıların Platon tarafından idealar olarak değerlendirildiklerini açık bir biçimde
göstermektedir:

“Bire bir eklenseydi dedi, onun iki olmasının sebebinin toplama olduğunu
veya bir ikiye bölünseydi, bölme olduğunu söylemekten çekinmeyecek
miydin? Bir şeyin, kendisine katıştığı şeyin kendi özüne katışmasından başka
türlü doğmayacağından emin olduğunu açıkça söylemeyecek misin? Böylece
bu iki halde de ikinin vücut bulmasının, ikiliğe katışmasından başka bir
sebebini görmüyorsun; sözün kısası bu, iki olması gereken her şeyin bu
kendinden ikiliğe, bir olması gereken her şeyin bu kendinden birliğe
katışması icabıdır. Fakat bu toplamalara, bölmelere ve bunlara benzer başka
niceliklere gelince, bunlarla ilgilenmeyeceksin ve bunların cevaplarını
kendinden daha bilgili olanlara bırakacaksın.”202

Nispeten uzun olan bu pasajın buraya alıntılanmasının bir nedeni de


Aristoteles’in yukarıda aktarıldığı üzere matematik nesneler ile idealar arasındaki
farkın ideaların tek olmasına karşın matematik nesnelerin çok sayıda olmaları
olduğunu ileri sürmesine rağmen Phaidon’daki bu pasajın matematik nesnelerin de
idealar gibi tek olduğunu ifade ediyor oluşudur. Matematik nesnelerin çok sayıda
olmaları düşüncesini yaratan ise matematik bilimlerle uğraşanların matematiğin asıl
nesnelerini tam kavrayamadan diyagramlara, şekillere ve kağıt üzerindeki sayılara
başvurmaları olsa gerektir.
Matematik nesneler hakkındaki tercihi yaparken cesaretlendirici olan bir diğer
unsur ise Platon’un temelde episteme-doksa, yani kavranan dünya görünen dünya

201
John Burnet, Greek Philosophy Thales to Plato, London, Macmillan And Co., Limited, 1950, s.
318.
202
Platon, Phaidon, 101-c, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.

64
ayrımı yapıyor olması ve epistemolojisinin de asıl olarak bu ayrım üzerine kurulu
olmasıdır. Başka bir tercih nedeni de Bölünmüş Çizgi benzetmesinin yöntem
meselesi ile ilişkisinde göreceğimiz gibi üzerinde durulan yöntemlerin de bu
kanaatleri güçlendirici özellikleri olmasıdır. Bu bakımdan şimdi Bölünmüş Çizgi
benzetmesinin yöntem sorunu ile ilgili olarak ne gibi açılımlar sağladığı ele
alınabilir.

65
3.3.1. BÖLÜNMÜŞ ÇİZGİ BENZETMESİ ve YÖNTEM
Yöntem konusunda Bölünmüş Çizginin iki ana bölmesinden alttaki için Platon
bize birşey söylememektedir. Ama üstteki ana bölmenin kısımları arasındaki fark,
kullanılan yöntemle belirginleşmekte ve hatta bu farklı yöntemler sayesinde bu
kısımlar daha kolay anlaşılmaktadır. Ferguson da “Çizgi analojisi, araştırmacıyı
sonunda İyi’ye vardıracak iki yöntemi ana hatlarıyla açıklamaktadır”203 tespitinde
bulunarak Bölünmüş Çizgi benzetmesinin yöntem konusundaki önemini
hatırlatmaktadır. Bu bakımdan, önce Platon’un ifadelerine dayanarak dianoia’da ve
noesis’te kullanılan farklı yöntemlerin çerçevesinin nasıl çizildiğine bakmak
yerinde olacaktır.
Bu kısımlar arasındaki ayrımı Platon bize şu cümlelerle Sokrates’in ağzından
aktarmaktadır:

“Böldüğümüz çizginin ilk parçasında ruh, deminki parçaya asıllarını


koyduğumuz nesneleri birer yansı olarak ele aldığı için, araştırmalarına
varsayımlardan gitmek zorunda kalır; ilkeye değil, sonuca götüren bir yola
girer. İkinci parçada ruh, yansılara başvurmadan varsayımdan ilkeye gider;
araştırmalarını yalnız kavramlarla yapar.”204

Bu pasajın hemen devamında da geometri ve aritmetik gibi bilimlerden


bahsederek bunların kullandıkları yöntemin Hipotez yöntemi olduğunu berkittikten
sonra bunların ilkeye gitmeden varsayımlar kullandıklarını eklemektedir. Ana
bölümün ikinci kısımı için de Platon’un şunları söylediğini görmekteyiz
(okumaktayız):

“Şimdi kavramlar çizgisinin ikinci bölümüne gelelim. Burada aklın


kendiliğinden dialektika gücüyle kavradığı şeyler vardır. Burada akıl,
varsayımları birer ilke diye değil, sadece varsayım olarak, birer basamak,
dayanak olarak alır. Bütün varsayımların üstündeki bütünün ilkesine
yükselir. Bu ilkeye yükselince, ondan çıkan bütün sonuçlara dayanarak
varacağı son yere varır. Bu arada görülen, duyulan hiçbir şeye baş vurmaz.
Kavramdan kavrama geçerek, sonunda gene bir kavrama varır.”205

203
Ferguson, a.g.e., s. 132. Ayrıca bkz. Robinson, a.g.e., s. 200.
204
Platon, Devlet, 510-b, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
205
Platon, a.g.e., 511-b, c.

66
Buradaki ifadelerden anlaşıldığına göre dianoia Hipotez yöntemi ile iş görmekte,
noesis ise diyalektik yöntemi kullanmaktadır. Ama Hipotez yöntemi ile diyalektik
arasındaki farklar nelerdir? Çünkü Platon’un ifadelerinden anladığımız üzere iki
yöntem birbirinden kesin bir biçimde ayrı düşünülmesine rağmen ikisi de
varsayımları kullanmaktadırlar. Hatta bu konuda Gail Fine, Bölünmüş Çizginin
dördüncü kısmı, yani en üst kısmına has olan diyalektik, özler üzerine araştırma
yaparken önceki kısımlarda araştırma konusunun doxa üzerine olduğunu söylemekte
ve aslında yöntemde bir farklılık olmayıp başvurulan şeylerin değiştiğini
eklemektedir.206 Bu tespit ile yapılan uyarı akılda tutulmakla birlikte yöntemler
arasındaki benzerlik, aralarındaki farkları görmemizi engellememelidir. Çünkü
başvurulan şeylerin değişmesi yeterli bir açıklama olmayıp bu yöntemler arasında
örneğin zihin halinden, daha doğru bir ifade ile, anlama derecesinden doğan bir fark
da vardır. Yine tıpkı Sokratik Çürütme ve Hipotez yöntemleri arasındaki ilişkilerde
görüldüğü gibi gidişleri benzer olmakla birlikte amaç değişmektedir.
Burada yöntemle ilgili çetrefilli bir husus karşımıza çıkmaktadır ki, Giriş
bölümünde de belirtilmiş olduğu üzere, “yöntem” kavramı yön ile ilgili bir
kavramdır. Bu bağlamda yöntem gideceğimiz yolu ve yönü belli ölçülerde bize
göstermekle birlikte varılmak istenen amaç da bu yöntemin işleyişini etkilemektedir.
Bunun örneğini, Bölünmüş Çizgi benzetmesi üzerindeki araştırma ilerledikçe daha
açık bir biçimde görmek mümkün olacaktır.
Bu kısa hatırlatmadan sonra yine konuya dönecek olursak, Platon’un yukarıda
alıntılanan ifadelerine başvurduğumuzda geometri ve aritmetik gibi bilimlerle
uğraşanların temele aldıkları varsayımları bilinen şeyler gibi kabul edip, kimseye
hesap verme gereği duymadıklarını ileri sürdüğünü görürüz. Kullandıkları bu
varsayımlarla ilkeye değil önceden kafalarına koydukları sonuca varırlar.
Diyalektikçi ise yine varsayımları kullanıyor olmakla birlikte, bunları
matematikçinin yaptığı gibi kesin doğrular olarak ele almaz, varsayımları ilke olarak
görmez, sadece birer basamak ve dayanak olarak alır. Yani varsayımları
matematiğin yaptığı gibi birer ilke olarak almak yerine onları varsayım olarak
değerlendirir. Diyalektikçi bu varsayımları ilke olarak değil varsayım olarak

206
Fine, a.g.e., s. 113.

67
kullanarak ilk ilkeye kadar yükselir. Burada bahsedilen ilk ilke önceki pasajlarda
karşımıza çıkmış olan İyi ideasıdır. Richard Robinson da bu bağlamda matematiğin
varsayımların ötesinde bir başlangıca geçememeye mahkum olduğunu, iki yöntem
de varsayımlarla başlamasına rağmen sadece diyalektiğin inkar edilemez bir
başlangıç noktasına erişebileceğini söylemektedir.207
Ancak, İyi ideası olduğunu önceden öğrenmiş bulunduğumuz başlangıç
noktasının, yani en yüksek ilkenin ne olduğunu tam olarak bilemediğimizi yine
Platon’un “yalnız şunu ekleyeceğim ki, bu İyi dediğimiz şeyin ne olduğunu kesin
olarak bilmiyoruz”208 şeklindeki ifadelerinden anlamaktayız. Yine bu pasajın
devamında İyi’nin dışındaki şeyleri ne kadar bilirsek bilelim bunun işe
yaramayacağını söyleyen Platon İyi’nin bilinebileceğini varsaymış görünmektedir.
Ama diyaloğun hiçbir yerinde bu İyi ideasından, varlıktan çok daha güçlü birşey
olması ve ilk ilkenin bu İyi ideası olması dışında kapsamlı bir biçimde
bahsedilmediği için bu nokta da bize kapalı kalmaktadır. Platon aslında kendisiyle
tutarlı bir biçimde bize sadece o ilk ilkeye nasıl ulaşabileceğimizi göstermektedir.
Varlık’tan çok daha güçlü bir şey olduğu belirtilen ve bu sebepten bir bakıma
sezgisel olarak kavranabileceğini söyleyebileceğimiz bu İyi ideası hakkında
Platon’dan bundan daha etraflı bir açıklama beklemek haksızlık olabilirdi. Bu
konuda Ahmet Cevizci’nin aşağıya alıntılanan ifadeleri anlamlı görünmektedir:

“Bu arada, Platon’un diyalektiğinde karşılaşılan varsayımsal olmayan ilk


ilkeye, İyi İdeasına ilişkin söz konusu rasyonel sezginin, Kartezyen
düşüncede ‘cogito’ya ilişkin sezgiden ya da Aristoteles’in bilim ya da
bilimlerin ilk ilkeleri öğretisinde kanıtlamanın ilkelerine ilişkin sezgiden
daha fazla mistik olmadığına bir kez daha dikkat çekilmelidir.”209

Ama bu, Platon’un sadece sezgi ile ulaşılan mistik bir sonuç amaçladığı
anlamında düşünülmemelidir. Richard Robinson da bu bağlamda zihinsel olarak
yukarı doğru olan harekette sezginin yerinden bahsederken, sözü edilen bu sezgisel
kavrayışın yöntemle ulaşılmamış olan kesin bilgi olduğunu ve Platon’un bakış
açısının İyi’nin kanıtlanmaktan uzak olduğu yönündeymiş gibi göründüğünü işaret

207
Robinson, a.g.e., s. 200.
208
Platon, Devlet, 505-a, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
209
Cevizci, a.g.e., s. 133.

68
etmektedir.210 Elbette bu da bize kapalı kalan bir problemdir. Ancak Platon’un bize
burada yol gösterdiğini ve bu yolu yürümeden karar vermenin yanlış olduğunu
söylemek gerekmektedir. Bu diyalektik yürüyüşün bizi neyle karşılaştıracağını bunu
gerçekleştirmeden bilemeyiz. Dolayısıyla Platon’un düşünceleri yazıyla aktarmak
konusundaki isteksizliğini bildiğimiz için şimdilik onun bize aktardığı bu gidiş yolu
ile yetinmek durumundayız. Ayrıca bize daha ziyade yolun gösterilmeye
çalışılmasını yadırgamamak ve anlayışla karşılamak gerekmektedir. Çünkü
unutulmaması gereken bir husus vardır ki o da diyaloğun bu kısmının amacının
aslında ideal devletin bekçilerinin eğitimini tesis etmek ve önemi önceki alıntılardan
da anlaşılmış olan İyi ideasına nasıl ulaşacaklarını onlara göstermek olduğudur.
Yukarıdaki alıntılardan bu iki yöntem arasındaki farklılığa dair edinilebilen
ipuçlarından bir diğeri de matematikçinin diyagramlara ya da şekillere ve daha başka
duyusal şeylere başvurmasına rağmen diyalektikçinin kavramlarla iş yapması ve
duyusal hiçbir şey kullanmamasıdır. Bu da iki yöntem arasındaki önemli bir başka
farktır.
İki yöntem arasında bahsedilebilecek bir diğer farklılık ise matematikçinin açık
ve belli olduğunu düşündüğü varsayımdan aşağı doğru sonuçlara gitmesi,
diyalektikçinin ise ilk ilkeye ulaşana kadar hiçbirşeyi kesin ve değişmez kabul
etmeyerek yukarı hamle yapmasıdır.211 Burada dikkati çeken hususlardan birisi de
düşüncede aşağı ve yukarı doğru bir hareketin olmasıdır. Çünkü bu husus, hemen
hepsi Devlet’ten sonra yazılmış olan Phaidros, Philebus, Sofist ve Devlet Adamı gibi
diyaloglarda karşımıza çıkan Bölümleme ve Toplama yöntemleriyle yakından
ilişkilidir. Richard Robinson da diyalektikçinin zihinsel yürüyüşü konusunda
Platon’un umut ettiği şeyi “İyi’nin dağında kesinlik gölünü bulduktan sonra
aksiyomlar kanalıyla bu gölün suyunu matematik ve fiziğin değişime tabi olan
çölüne indirebileceğini ummuştu”212 cümlesiyle özetlemiştir. Buradaki yukarı ve
aşağı hareketlerin nasıl anlaşılması gerektiği hususunda ise şunlar eklenmelidir.
Yukarı doğru hareketle anlatılmak istenen, bir hipotezin başka bir hipotezden
çıkarsanmasıdır. Hardie de bu bağlamda, “eğer hipotezin kendisi sorgulanacak

210
Robinson, a.g.e., s. 173.
211
Ferguson, a.g.e., s. 147, 148.
212
Robinson, a.g.e., s. 169.

69
olursa yapılması gereken, bu hipotezi daha genel ya da üstün başka bir hipotezden
çıkarsamak ve yeterli olduğunu düşündüğümüz noktaya varana kadar buna devam
etmektir”213 tespitinde bulunmaktadır. Aşağı doğru hareket ile anlatılmak istenen ise
bir varsayımdan ya da eğer ulaşılabilirse ilk ilkeden çıkarımlar yapmaktır.
Farklılıkları sergilenmeye çalışılan bu yöntemlerden diyalektik elbette ki asıl
olandır ama Hipotez yöntemi ile dianoia da Platon’un çok önem verdiği hususlardır.
Çünkü bu aşama zihnin bir sonraki aşamaya geçebilmesi için mühim bir hazırlıktır.
Bunun asıl sebebi de bu aşamada diyagramlara ya da şekillere dayanılarak
çalışılmasına rağmen üzerine düşünülen şeylerin duyusal nesnelerden ayrı oluşudur.
Bu duyusal olmayan nesnelerin mahiyetinin tartışmalı olduğu yukarıda belirtilmişti,
ama zaten burada önemli olan onların ara nesneler olup olmamasından öte duyusal
nesnelerden bağımsız olmalarıdır. Bu ise zihinsel anlamda bir gelişmenin
göstergesidir. Ferguson da bu bağlamda Mağara benzetmesinden bahsederken
Platon’a göre entellektüel kurtuluşun matematik çalışmalarda olduğunu ifade
etmiştir.214
Burada Menon diyaloğunda bizlere tanıtılmış olan ve Platon’un
epistemolojisinde önemli bir yeri olduğunu gördüğümüz Hatırlama kuramı akla
gelmektedir. Önceki bölümlerde açıklandığı üzere, Platon’a göre ideaları temaşa
etmemiş bir ruhun insan sıfatına bürünmesi mümkün değildir. Bu dünyada ise
hakikate ulaşmak için yapılması gereken şey girdiğimiz bedende unuttuğumuz
ideaları hatırlamaktır. Bu konuda matematik bize büyük bir yardımcıdır. Çünkü
Bölünmüş Çizgi benzetmesinden de öğrendiğimiz kadarıyla matematik, zihnimizi
görünen dünyadan bağımsız olan kavramlarla çalışabilmeye hazırlamaktadır. Ayrıca
matematiğin nesneleri de, bunlar üzerinde yetersiz bir yöntem kullanıyor olmasına
rağmen, idealardır.
Bir sonraki aşama olan noesisde ise, Platon’un yukarıda alıntılanan ifadelerinden
de anlaşıldığı üzere zihin diyalektik ile kavramdan kavrama geçerek yine bir
kavramda durmaktadır. Burada kavramdan kavrama geçilmesinde Hatırlamanın bir
yeri olup olmadığı konusunda Platon bize açık birşey söylememektedir. Ancak onun

213
Hardie, a.g.e., s. 67.
214
A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light Part-2. The Allegory Of Cave (Continued)”, The
Classical Quarterly, Volume 16, No. 1, Jan., 1922, s. 25, 26.

70
önceki bölümlerden beri sergilenmeye çalışılan düşünceleri gözönüne alındığında,
diyalektik yöntemin kavramdan kavrama geçerek çalışabilmesi ve ilk ilkeye
ulaşabilmesi için Hatırlamanın önemli bir işlev görüyor olması gerekmektedir. Bu
durum da diyalektik yöntemde hatırlamanın ne kadar önemli bir işlevi olduğunu
göstermektedir. Ancak burada da Platon bizleri aydınlatacak net fikirler ileri
sürmediği için Hatırlama kuramının diyalektik ile olan bu yakın ilgisine işaret
edilerek, kuramın taşıdığı önemin tespiti ile yetinmek gerekmektedir.
Bölünmüş Çizgi benzetmesinin görünen dünya ile ilgili olan bölümüne gelince,
Platon’un bu aşama için bize bir yöntem önermediğini görürüz. Ancak bu bölümdeki
araştırmalar zaten bilimsel araştırma olamayacağı, bu alanda bulundukça
epistemeden değil doksadan söz edilebileceği için kişinin bu aşamada edindiği
önyargılardan kurtulması gerekmektedir. Bu ise, önceki bölümlerde vurgulandığı
üzere, Platon’un ömrünün sonuna kadar önemli olduğunu düşündüğü, yanlış
kanılardan arınmayı sağlayan Sokratik Çürütme ile mümkündür. Bu bakımdan
Bölünmüş Çizginin bu bölmesinin de yöntem açısından konuya bakarsak Sokratik
Çürütme ile ilgili olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Bunu Mağara
benzetmesi ele alınırken daha açık bir şekilde anlamak mümkündür.
Bu anlatılanlardan Bölünmüş Çizgi benzetmesinin epistemoloji, ontoloji
meseleleriyle ilgili olan problemlerinin yanında yöntemle ilgili de ipuçları dolaylı
olarak verilmiş ve karşımıza şöyle bir sonuç çıkmıştır: Önce duyular dünyası ile
iligli olan eikasia ve pistis’in bizim zihnimizde oluşturdukları önyargıları yıkmak ve
temizlemek için Sokratik Çürütme kullanılmalıdır. Bunun hemen ardından Platon’un
da gerekliliğini vurguladığı bir alıştırma olan, matematik bilimlerin araştırma
yöntemi olduğunu gördüğümüz Hipotez yöntemi kullanılarak idealar üzerine bir
araştırma yürütebilecek duruma gelebilmesi için kişinin zihni hazırlanmalıdır.
Çünkü bu aşamada kişi farkında olmasa da, duyusal nesnelerden tamamen ari
olmayan bir zeminde iş yapıyor olmakla birlikte, aslında zihnin odak noktasında bu
duyusallardan bağımsız olan bir takım şeyler bulunmaktadır. İşte bu durum kişinin
zihnini hazırlamaya ve sadece kavramlar düzeyinde bir araştırma olan diyalektiktiğe
geçebilmesine zemin hazırlamaktadır.

71
Burada Hipotez yönteminin farkında olalım ya da olmayalım günlük
yaşantımızda çok kullandığımız bir yöntem olduğunun ileri sürüldüğü hatırlatılarak,
matematik çalışmaları ile günlük yaşam arasında bir bağ olup olmadığı ve uzman bir
matematikçi ile sıradan bir kimsenin arasında fark kalıp kalmadığı sorulabilir. Ancak
burada sorun yine bilinç seviyesinde ve güdülen amaçtadır. Dolayısıyla yöntem
sorununda amaç ile bilinç seviyesinin önemi bu husus ile bir kez daha ortaya
çıkmaktadır.

Hemen Bölünmüş Çizgi benzetmesinden sonra ele alınan Mağara benzetmesi ise
konuyu aynı yaklaşım içinde farklı yönlerine ağırlık vererek örneklemektedir. Bu
benzetme ile, Bölünmüş Çizgi benzetmesinde yöntem sorunuyla ilgili olarak ulaşılan
sonuçların eksik ya da zayıf kalan yanlarının tamamlanıp desteklendiği
görülmektedir. Buradaki meselelerin Platon’un Devlet diyaloğundan sonra yazılmış
oldukları herkesçe kabul edilen özellikle Parmenides, Theaitetos, Sofist ve Devlet
Adamı gibi diyalogları ile bağlantısı olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan yöntem
sorununda bu diyaloglar hakkında yapılabilecek yorumlar ile kurulabilecek
bağlantılara geçmeden önce Mağara benzetmesini de ana hatlarıyla ele almak
gerekmektedir.

72
3.3.2. MAĞARA BENZETMESİ
Devlet diyaloğunda ard arda gelen Güneş, Bölünmüş Çizgi ve Mağara
benzetmelerinin birbirleriyle yakın ilişki içerisinde oldukları hatta bir bütünün
parçaları oldukları açık bir biçimde görülmektedir.215 Ferguson, Bölünmüş Çizgi ve
Mağara benzetmeleri arasındaki bir başka ilişkiye de “Bölünmüş Çizgi benzetmesi
duyu algısından kavranabilir olana yani varolandan varlığa bir ilerlemeyi önerir gibi
görünürken Mağara benzetmesi ise bunu betimliyor”216 ifadesiyle dikkat
çekmektedir. Gail Fine’ın ise “Güneş ve Bölünmüş Çizgi benzetmeleri durumu
statik bir biçimde anlatırken Mağara benzetmesi dinamik bir biçimde
açıklamaktadır”217 sözleri ilgi çekicidir. Ve yine Devlet’in yedinci kitabının
girişindeki “şimdi, dedim, insan denen yaratığı eğitimle aydınlanmış ve
aydınlanmamış olarak düşün”218 ifadelerinden, ileriki satırlarda serimlenecek olan
Mağara benzetmesinin eğitim ile olan sıkı bağlantısının ve dolayısıyla ahlak, siyaset
gibi alanlardaki açılımlarının gözden kaçırılmamasının istendiği anlaşılmaktadır.
Ferguson da yine bu benzetmenin temelde eğitim çerçevesinde insan doğası ile ilgili
olduğunu vurgulamıştır.219 Konu ile ilgili hususları ele almadan önce yine Platon’un
ifadelerine dayanarak bu benzetmeyi kısaca özetlemekte fayda vardır.

Platon bizden ilk olarak boydan boya ışığa açılan bir girişi olan ve yeraltında
bulunan mağramsı bir yer düşünmemizi, daha sonra bu mağaramsı yerde de
çocukluklarından beri hiç kıpırdayamayacak şekilde sıkı sıkıya bağlanmış insanlar
olduğunu varsaymamızı ister. Hemen ardından bu insanların arkasında yüksek bir
yerde yakılmış ateş, mahpuslarla ateş arasında bir yol ve yolda da kukla oynatanların

215
Raven, a.g.e., s. 32. Platon, Devlet, 517-b, c, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs.,
İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2000. Ayrıca bkz. A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light
Part-1”, The Classical Quarterly, Volume 15, No. 3/4, July.,-Oct., 1921, s. 141 ve 145.
216
Ferguson, a.g.e., s. 139.
217
Fine, a.g.e., s. 101.
218
Platon, Devlet, 514-a, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
219
A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light Part-2. The Allegory Of Cave (Continued)”, The
Classical Quarterly, Volume 16, No. 1, Jan., 1922, s. 15. Ayrıca bkz. Corinne Praus Sze, “Eikasia
and Pistis in Plato’s Cave Allegory”, The Classical Quarterly, New Series, Volume 27, No. 1, 1977,
s. 129, 130.

73
üstünde marifetlerini gösterdiklerine benzeyen alçak bir duvar tasvir eder.220 Bu
pasajın ardından oldukça önemli olan başka bir husus eklenir benzetmeye. Bu da
bahsedilen alçak duvarın ardında kimi konuşarak kimi sessizce ellerinde türlü
araçlarla gelip geçen insanlar bulunduğudur.221 Benzetmedeki bu unsurun ileride de
değinileceği üzere Sofistler ile yakın ilgisi vardır. Zincirlenmiş olan mahkumlar ise
ancak arkalarında yanan ateş sayesinde karşılarına vuran gölgeleri görebilir ve gelip
geçen insanlarn seslerini de bu gölgelerin sesleri sanarlar.222 Benzetmenin temel
sahnesi yukarıda alıntılananlardan oluşmaktadır.
Yine Platon’un ifadelerinden anladığımıza göre Mağara görünen dünyayı, üst
dünyaya çıkan yol ve yukarıda seyredilen güzellikler ruhun düşünceler dünyasına
yükselişini ifade etmektedir ve kavranan dünyanın sınırlarında da önceki
benzetmeler ile tutarlı olarak İyi ideası bulunmaktadır.223 Bu alıntılananlardan
anlaşılacağı üzere benzetmeler arasında çok yakından ilişkiler vardır.
Yukarıda tasvir edilmiş olan mahkumlardan birisini kurtaracak olursak hem
ayağa kalkıp yürümek hem de ışığa bakmak ona çok zor gelecektir. Hele ki onu
yokuştan yukarı mağaranın çıkışına sürüklersek gün ışığında gözleri kamaşacak ve
alıştığı yere dönmek isteyecektir. Gün ışığına çıktığında ise gözleri kamaşacak, ve
ışığa alışana kadar hiçbir şey görmez olacaktır. Daha sonra da gözleri alıştıkça
sırasıyla sudaki yansıları, yansıların asıllarını, yıldızları ve gökyüzünü, en sonunda
da güneşi görebilecektir. İşte bundan sonra herşeyin kaynağının bu güneş olduğunu
anlayarak aşağıda mağarada birbirlerine verdikleri değerlerin ünlerin
imrenilmeyecek şeyler olduğunu görür. Tekrar aşağıya, mağaraya döndüğünde önce
gözleri bu karanlığa alışamayacaktır ve yeniden karanlıkta görebilmeye başlaması
zaman alacaktır. Arkdaşlarının yanına döndüğünde yukarıda gördüklerini onlara
anlatmaya çalışması ise en iyi ihtimalle gülünç duruma düşmesine neden olur; çünkü
bu sebepten canından olması bile mümkündür.224

220
Platon, Devlet, 514-a, b, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs., İstanbul, Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., 2000.
221
Platon, a.g.e., 514-c, 515-a.
222
Platon, a.g.e., 515-a, b.
223
Platon, a.g.e., 517-b.
224
Platon, a.g.e., 515-c, 517-a.

74
Devlet diyaloğundan özetlenen bu pasajlar hem yöntem konusunun
kavranmasında hem de Devlet diyaloğunun daha sonra yazılan diyaloglarla nasıl bir
bağlantı içinde olduğu hususunun anlaşılmasında bize yardımcı olacaktır. Ama bu
hususlara değinmeden önce benzetmeler arasındaki ilişkiler hakkında yapılan
yorumlara da kısaca yer vermek ve bu çalışmada tercih edilecek olan yaklaşımı da
belirtmek önem arz etmektedir.

Üç benzetmenin de sıkı bir ilişki içinde olduğu yukarıda da belirtildiği üzere


inkar edilemez birşeydir. Ancak bu benzetmeler arasındaki münasebetler konusunda
farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Örneğin Raven’in de benimsediği geleneksel
yoruma göre Mağara ve Bölünmüş Çizgi benzetmeleri birbirleriyle tam olarak
paraleldirler ve Bölünmüş Çizginin kısımları Mağaradaki aşamalarda da vardır.225
Bu geleneksel yoruma katılan ve benzetmelerin paralel olduğunu savunan birbaşka
yazar ise Hardie’dir. Hardie, Platon’un “bu benzetmeyi demin söylediklerimize
uyduralım. Görünen dünya mağara zindanı olsun. Mağarayı aydınlatan ateş de
güneşin yeryüzüne vuran ışığı. Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen
güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişi olsun”226 şeklindeki ifadelerine
dayanarak ve Ferguson’un, Bölünmüş Çizginin alt kısmını yorumlarken hatalara
düştüğünü öne sürerek, bu iki benzetme arasındaki paralelliğin kesin olduğunu iddia
etmektedir.227
Ferguson ve Richard Robinson gibi yorumcular ise Bölünmüş Çizgi ve Mağara
benzetmelerinin paralel olmadığını iddia etmektedirler. Ferguson Bölünmüş Çizgi
benzetmesi ile Mağara benzetmesi arasındaki farkı bir şema ile bize göstermeye
çalışarak Mağaranın içerisi ile Bölünmüş Çizginin bağımsız olduğunu, Çizginin
Mağaranın dışını temsil ettiğini söylemektedir.228 Mağara benzetmesi üzerinde
durduğu makalesine ise geleneksel yorumlarda Çizgi ve Mağara benzetmelerinin
arasında kurulan ilişkinin Platon’un amaçladığı bir şey olmadığını ve Mağaranın
anlamının, Bölünmüş Çizginin alt kısmının Mağara ile birleştirilmesinden doğan

225
Raven, a.g.e., s. 27 ve 29.
226
Platon, a.g.e., 517-a, b.
227
Hardie, a.g.e., s. 57.
228
A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light Part-1”, The Classical Quarterly, Volume 15, No. 3/4,
July.,-Oct., 1921, s. 141.

75
sınırlamalardan kaçınılarak araştırılacağını belirterek başlamaktadır.229 Richard
Robinson ise Platon’un iki benzetme arasında bir paralellik olduğunu belirten açık
ifadelerinin olmadığını ve Mağaranın içerisi ile ilgili sembollerin Bölünmüş Çizgi
ile örtüştürülemeyeceğini savunarak klasik yorumu reddetmektedir.230
Bu konuda Gail Fine ise her benzetmenin birbirinden farklı olduğunu, örneğin
Bölünmüş Çizginin bilişsel durumlarla ilgili bir açıklama olmasına karşın
Mağara’nın ahlaksal akıl yürütmelerle ilgili olduğunu öne sürmektedir. Aynı
bağlamda benzetmeleri birbirlerinin ışığı altından anlamaya çalışırsak
arkaplanlarında yatan fikirleri anlamayı başarabileceğimizi söylemektedir.231 Gail
Fine’ın buradaki ifadeleri aslında bize benzetmeler arasındaki münasebetler ile
cebelleşerek vakit kaybetmektense her birinden ayrı ayrı faydalanarak
arkaplanlarındaki fikirleri anlamaya çalışmanın daha makul olduğunu ima
etmektedir.
Burada tercih edilecek yola gelince, şunlar söylenebilir: Gail Fine’ın
benzetmeler arasındaki farklılığa dikkat çeken, Platon’un da Mağara benzetmesinin
daha ziyade eğitim ve dolayısıyla ahlaki konularla ilgili olduğunu ima eden
ifadelerini de akılda tutarak bu konuda genel hatları ile klasik yorumdan yana tercih
kullanılacaktır. Ama bu tercih az önce ifade edildiği üzere benzetmeler arasındaki
farklılığın ve amaçlarındaki çeşitliliğin gözden kaçırılmasına sebep olmayacaktır.
Tercihin bu yönde kullanılmasının en önemli nedeni ise Richard Robinson’un
düşüncesinin tersine Devlet diyaloğunun aşağıya alınan pasajının benzetmeler
arasında tamı tamına örtüşen bir paralellik olmasa da, açık bir biçimde onların
temelde aynı yapıda kurulduğunu göstermesidir:

“Şimdi, sevgili Glaukon, bu benzetmeyi demin söylediklerimize uyduralım.


Görünen dünya mağara zindanı olsun. Mağarayı aydınlatan ateş de güneşin
yeryüzüne vuran ışığı. Üst dünyaya çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen
güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına yükselişi olsun. Benim nereye
varmak istediğimi merak ediyordun ya, işte bu benzetmeyle onu iyice
anlamış olursun.”232

229
A. S. Ferguson, “Plato’s Simile Of Light Part-2. The Allegory Of Cave (Continued)”, The
Classical Quarterly, Volume 16, No. 1, Jan., 1922, s. 15.
230
Robinson, a.g.e., s. 180, 181, 182.
231
Gail Fine, a.g.e., s. 100, 101.
232
Platon, a.g.e., 517-b.

76
Buradaki ifadeler ayrıca Ferguson’un Çizgi ve Mağara benzetmeleri
konusundaki yorumunun da aleyhindedir. Bunu Görünen dünya mağara zindanı
olsun. Mağarayı aydınlatan ateş de güneşin yeryüzüne vuran ışığı. Üst dünyaya
çıkan yokuş ve yukarıda seyredilen güzellikler de, ruhun düşünceler dünyasına
yükselişi olsun şeklindeki ifadeler açık ve net bir biçimde göstermektedir. Zira
burada da önceki benzetmelerde temel olan, görünen ve kavranan dünya ayrımı
olduğu gibi benimsenmiş durumdadır.

Konuya bu şekilde yaklaşıldığında Mağaranın içinin ana hatlarıyla görünen


dünyayı ve Bölünmüş Çizgi benzetmesindeki alt bölmeyi temsil ettiği, dışarısının ise
yine ana hatlarıyla kavranan dünyayı ve Bölünmüş Çizginin üst kısmını temsil ettiği
görülmektedir. Yukarıda vurgulandığı üzere benzetmelerin temele aldığı konuların
farklılıklarından dolayı ana bölümler içerisinde tam olarak örtüştürülemeyecek
durumlar vardır. Bunlardan birisi, günlük yaşamda ahlaki anlamda eikasia’ya denk
düşen bir bilinç durumuyla yaşayabileceğimiz halde bunun bilişsel düzeyde
mümkün olmamasıdır. Çünkü görünen dünyada Bölünmüş Çizgi benzetmesinde
bahsedildiği şekliyle eikasia ve pistis bir arada yaşanmakla birlikte sadece eikasia
düzeyinde yaşamak mümkün değildir. Ama zincirlenmiş mahkumların durumunu
ahlaki anlamda düşünürsek, bu durumun tamamiyle eikasia’ya denk düştüğünü
söylemek mümkündür. Bu bağlamda bu mahkumların düşüncelerine temel aldıkları
değerleri ve ilkeleri tam olarak tanımadıkları söylenebilir. Bu durumdan büyük
acılarla kurtulduklarında ise ahlaki anlamda kopyalarına dayanarak hareket ettikleri
değerlerin asıllarını görürler. Bu asıllar da şimdiye kadar gölgesini görmüş oldukları
kuklalardır. Şimdi ahlaki anlamda daha üstün bir seviyede bulunmakla birlikte yine
de bu değerlerin kökeninin ne olduğundan habersizdirler. Burada Platon’un
mağaradan çıkmayı başarıp İyi’ye ulaşan eski mahkumun İyi’yi müşahede ettikten
sonraki durumu için söylediği “İşte ancak o zaman anlayabilir ki, mevsimleri, yılları
yapan güneştir. Bütün görülen dünyayı güneş düzenler. Mağarada onun ve
arkadaşlarının gördükleri her şeyin asıl kaynağı güneştir”233 şeklindeki sözlerini
hatırlamak anlamlı olacaktır.

233
Platon, a.g.e., 516-c.

77
Bu noktada, ileride değinileceği sözüyle yarıda bırakılmış olan bir konuya geri
dönmek gerekmektedir. O da benzetmede önemli bir yerde bahsi geçmiş olan,
ellerinde kuklalarla duvarın arkasında dolaşan kişilerdir. Bunların Sofistlerle
yakından alakasının olabileceği söylenmişti. Corinne Praus Sze’e göre bunu
destekleyen iki unsur vardır. Bunlardan birisi Platon’un Sofistleri şiir geleneğinden
ayrı, dolayısıyla gölgelerin görünüşünden bir adım öteye geçebilmiş bir tür eğitimci
olarak görmesi, bir diğeri ise Sofistler’in epistemolojisinin görünen dünyanın
algısına dayanıyor olmasıdır.234 Buradaki tespiti, önemli iki nokta ile birleştirmek
mümkündür: Öncelikle, Bölünmüş Çizgi benzetmesinde temelde iki yöntem
önerildiği ve bunların ikisinin de kavranan dünya ile ilişkisinin olduğu söylenmişti.
Görünen dünya için bir yöntem önerilmediği halde bu kısmın da Sokratik Çürütme
ile ilişkisinin olabileceği eklenmişti. Bölünmüş Çizgi benzetmesinde görünen
dünyaya denk düşen ana bölme ile Mağara benzetmesinde mağara zindanına denk
düşen bölümde kullanımda olan yöntemin Sokratik Çürütme yöntemi olduğu son
söylenenlerden de destek alınarak daha emin bir biçimde ileri sürülebilir. Çünkü
daha önce ifade edildiği üzere Sokratik Çürütme yöntemi önyargı ve yanlış
kanılardan kurtulmak için etkili bir yöntemdir. Üstelik Sofistlerin kullandıkları
yöntem ile ne kadar yakın bir benzerliğinin olduğu da ortadadır. Mağaraya
arkadaşlarının yanına dönen eski mahkumun da onları gerçeğe yöneltmek için
çabalamasının canına bile mal olabileceği hususu da hatırlanırsa akla böyle bir
nedenden dolayı idama mahkum edilen Sokrates gelmekte ve hem Bölünmüş
Çizginin alt ana bölmesi hem de mağara zindanı için geçerli olan yöntemin Sokratik
Çürütme yöntemi olduğu yönündeki görüş pekişmektedir.
Mağara benzetmesinin üzerinde daha çok durduğu hususun, Bölünmüş Çizgi
benzetmesinin tersine, görünen dünya olduğu ve bu benzetmede eğitimin önplana
çıktığı hatırlandığında yukarıda yazılanlar biraz daha açık bir biçimde anlaşılacaktır.
Çünkü eğitim için yanlış kanılardan arınmak önem arz etmektedir. Bu noktada akla
gelen bir diğer husus da, mağarada zincirli olan mahkumlardan birinin kurtulup
aşama aşama yukarı çıkmasının ve mağaranın dışarısına ulaşmayı başarmasının
Çizgi benzetmesindeki Sokratik Çürütme ile başlayıp diyalektik ile biten serüveni

234
Sze, a.g.e., 129, 130. Ayrıca bkz. Guthrie, a.g.e., Volume 3, s. 29 ve devamı. Ferguson, a.g.e., s.
23.

78
andırıyor olmasıdır. Hatta kurtulan eski mahkumun mağaraya geri dönüp aşağı
inmesi de diyalektik yürüyüşteki aşağı ve yukarı hareketleri andırmaktadır.

Platon’un diğer diyalogları ile Devlet diyaloğunun yukarıda ele alınan bölümleri
arasında önemli ilişkiler vardır. Bu konuda ilk olarak Theaitetos diyaloğu
hatırlanmaktadır. Bilgi probleminin ele alındığı Theaitetos diyaloğunda,
Cornford’un yorumuna başvuracak olursak, “tartışma görünüşler dünyasında geçer
ve eğer gerçek varlık dünyasını dikkate almamaya çalışırsak, bilgiyi duyusal
deneyden hiçbir biçimde çıkartamayacağımızı kanıtlar.”235 Herbert James Paton da
aynı doğrultuda düşünerek Theaitetos’un araştırma alanının Bölünmüş Çizgi
benzetmesindeki alt kısma denk düştüğü yorumunu yapmıştır.236 Theaitetos
diyaloğunda Sokratik Çürütme yönteminin önemli bir yere sahip olması ve bu
diyaloğun da yine sonuçsuz bitmesi tüm bu söylenenlerden sonra daha anlaşılır
gelmektedir. Üstelik Platon’un son dönem diyalogları arasında Sokrates’in önemli
rol oynadığı iki diyalogdan birisi Theaitetos diyaloğudur. Dolayısıyla Theaitetos
diyaloğunun, Bölünmüş Çizgi benzetmesinde görünen dünyayı simgeleyen kısmın
sınırları içerisinde kalarak bilgiyi tanımlamaya çalıştığı söylenebilir. Elbette bu
yapılırken önceki düşünürlerin de görüşleri eleştirilmiş, Devlet diyaloğunda ortaya
konan görüşlerden farklı bağlamlarda olmakla birlikte aslında koşut olduğunu
söyleyebileceğimiz bir yol izlenmiştir.
Theaitetos diyaloğundan bahsedilince, Theaitetos ile eşzamanlı yazıldığı tahmin
edilen237, Parmenides diyaloğu akla gelir. Bu diyaloğun ilk kısmındaki idealar ile
ilgili eleştiriden hemen sonraki bölümlerde Hipotez yönteminin uzun boylu bir
serimi yapılır.238 Bu diyalog da Theaitetos diyaloğu gibi sonuca bağlanamadan biter.
Hatta Cornford Plato and Parmenides isimli kitabının sonunda konuşmacılar için bu
argümanlar denizinde yol bulmanın imkansız bir hal aldığını ve Platon tarafından

235
F. M. Conford, Platon’un Bilgi Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, s.
12,13. K.g. için bkz. D. W. Hamlyn, “Eikasia In Plato’s Republic”, The Philosopical Quarterly,
Volume 8, No. 30, Jan., 1958, s. 21.
236
H. J. Paton, “In Defence Of Reason”, Plato’s Theory Of Εικασία, London, Hutchinson’s
University Library, 1951, s. 264.
237
Conford, a.g.e., s. 2.
238
Platon, Parmenides, 137-c vd., Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge Kitabevi, 1996.

79
öğrencilerin bu yolla düşünmeye sevk edildiğini vurgulamaktadır.239 Hatta
Parmenides diyaloğunun mantık çalışmaları için düşünüldüğünü öne sürenler de
olmuştur. Bu bakımdan Paton’ın Theaitetos diyaloğu üzerine yaptığı yorumu yine
Paton’dan mülhem Parmenides diyaloğuna genişletmek mümkün görünmektedir.
Çünkü bu diyalogda da tıpkı Theaitetos diyaloğuna benzer bir biçimde bir üst aşama
olan Hipotez yöntemi ele alınmakta ve yetersizliği gösterilmektedir. Zaten bu
konuda Brumbaugh’un yorumu da bu yöndedir ve Parmenides diyaloğunu
dianoia’nın sınırlarını gösteren bir eser olarak okumanın da mümkün olduğunu ileri
sürmektedir.240 Bunun da yanısıra Parmenides ile, diyalektik yöntemin önemli bir
yer tuttuğunu gördüğümüz Sofist diyaloğunun metafiziği için zemin hazırlanırken,241
zihin, tıpkı Bölünmüş Çizgi benzetmesinde Hipotez yönteminin diyalektiğe giden
yolda bir hazırlık ve önemli bir aşama olarak görülmesi gibi, adım adım bir sonraki
aşama için hazırlanmaktadır.
Eklenebilecek önemli bir başka not da şudur. Parmenides diyaloğunun idealar
teorisinin orta dönem diyaloglarındaki şekline bir eleştiri olduğu doğrudur, ancak
bunun Platon’un ortaya koyduğu şekliyle idelar teorisi için ölümcül bir yanı yoktur.
Hatta Brumbaugh’un tespit ettiği üzere bu diyaloğun dolaylı olarak idealar teorisinin
savunması olduğunu söylemek bile mümkün görünmektedir.242 Çünkü o zaten
Devlet diyaloğunda vurguladığı ve çizgi benzetmesiyle örneklediği üzere ideaların
duyusal nesnelerle bir bağının olmadığını, burada zihnin kavramdan kavrama
atlayarak yine kavramda durduğunu ileri sürmektedir. Yapılan eleştiri belki ideaların
ontik varlığı ile ilgili düzeltmeleri ya da eklemeleri gerekli kılmış olabilir ama Sofist
diyaloğunda da gördüğümüz üzere idealar teorisi kullanılmakta ve bunların ele
alındığı yöntem olan kavramdan kavrama atlayarak kavramda biten bir araştırma
olan diyalektik, Devlet’te tanımlandığı şekline yakın bir biçimde kullanılmaktadır.
Ama bu dönemde diyalektik yöntemin öncekilerden farklı olan vecheleri ortaya
çıkmıştır. Bunlar Devlet diyaloğunda tanımlandığı şekliyle diyalektiğin içsel
yapısında çalışan, bir bakıma motor gibi düşünebileceğimiz Bölümleme ve Toplama
yöntemleridir. Bu yöntemlerin Bölünmüş Çizgi benzetmesinde kavranan kısma denk
239
F. M. Cornford, Plato and Parmenides, 4. bs., London, Routledge and Kegan Paul, 1958, s. 245.
240
Brumbaugh, a.g.e., s. 142.
241
Scolnicov, a.g.e., s. 2, 3.
242
Brumbaugh, a.g.e., s. 146.

80
düşen ve bu kısmın da özellikle noesis olarak adlandırılan ve diyalektik yöntemin
işbaşında bulunduğu bölümüyle ilgili olduğu söylenebilir. Bunların hem Platon’un
önceki diyalogları ile hem de Platon’dan sonra Aristoteles’in düşünceleriyle ilişkileri
olduğu bilinmektedir. Devlet diyaloğunun yukarıda ele alınmaya çalışılan
bölümlerinde ve benzetmelerinde bile nüveleri görülebilen bu unsurlar Phaidros ve
Philebus diyaloglarında daha çok açığa çıkmış, Sofist ve Devlet Adamı ile ise etkili
bir biçimde kullanılmışlardır.
Diyalektiğin sonraki diyaloglardan Sofist ve Devlet Adamı’ında Devlet
diyaloğunda tanımlandığı şekliyle kullanılması ve iç işleyişinin daha ayrıntılı ele
alınması yukarıda Theaitetos ve Parmenides diyalogları ile ilgili olarak yapılan
yorumun onlardan sonra yazılan Sofist ve Devlet Adamı diyaloglarına da teşmil
edilebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla önceki bölmülerde ele alınmış olan
Bölnünmüş Çizgi ve Mağara benzetmeleri ile ortaya koyulan projenin Devlet
diyaloğundan sonraki dönemde de Platon tarafından benimsenerek
gerçekleştirilmeye çalışıldığı söylenebilir. Çünkü Theaitetos nasıl görünen dünya ve
bunun bilgi düzeyi ile, Parmenides ise dianoia ile ilgili bir araştırma yürütüyorsa,
Sofist ve Devlet Adamı da aslında noesis ile ilgili olarak bize ipuçları vermektedirler.
Bu durum Platon’da yöntem sorununu daha iyi anlamamızı sağlayacağı gibi, onun
düşünce serüvenindeki sürekliliği başka bir açıdan görmemizi de mümkün
kılacaktır.

Buraya kadar ele alınan Sokratik Çürütme, Hipotez yöntemi ve Devlet’te


tanımlandığı şekli ile diyalektiğin, Platon’da yöntem sorununun büyük bir bütün
oluşturan ilk ayağını meydana getirdikleri söylenebilir. Diyalektiğin farklı bir
vechesini oluşturmaları, tanımlama ve sınıflama ile de yakından ilişkili olmaları
bakımından çok büyük önem taşıyan Bölümleme ve Toplama yöntemleri ise
Platon’da yöntem sorununun ikinci büyük ayağını oluşturmaktadırlar. Bu bakımdan
Platon’da yöntem sorununu bir bütün olarak kavrayabilmek için bir sonraki bölümde
bu yöntemler ele alınmaya çalışılacaktır.

81
3.4. BÖLÜMLEME ve TOPLAMA YÖNTEMLERİ
Yukarıdaki bölümlerde Sokratik Çürütme, Hipotez, Bölümleme ve Toplama
yöntemlerinin diyalektiğin farklı vecheleri olduğu ifade edilerek, diyalektiği bir
bütün olarak anlamak gerekse de bu alt başlıkları ayrı ayrı ele almanın mümkün ve
hatta gerekli olduğu belirtilmişti. Zaman zaman da yöntemler arasında kurulabilmesi
muhtemel olan bağlantılara işaret edilmişti. Bunlara, Bölümleme ve Toplama
yöntemlerinin Platon’da yöntem sorununun ikinci büyük ayağını oluşturduğunu
söylemenin mümkün olduğu da eklenmişti. Bu bakımdan şimdi de bu çalışma için
büyük önem taşıyan Bölümleme ve Toplama yöntemleri ele alınarak anlaşılmaya
çalışılacaktır.

Bu yöntemlerin en önemli yanı sınıflama ve tanımlama ile yakından ilgili


olmalarıdır. Çünkü sınıflama ve tanımlama düşünce için, dolayısıyla da felsefe için
büyük bir önemi haizdir. Ayrıca önceki bölümlerde de üzerinde durulduğu gibi
Platon’un en temel kaygılarından birisi, ahlaki kavramları sağlam tanımlara
bağlamaktır. Platon’un tek tek erdemlere sorduğunu gördüğümüz “X nedir?” sorusu
aslında bu tanımlama çabasının bir göstergesidir. Bölümleme ve Toplama
yöntemleri de tüm bunlarla bağlantı içerisinde epistemoloji ve ontoloji sorunları ile
yakından ilişkili olan yöntemlerdir.
Akla, tanımların düşünce faaliyetlerinde kaçınılmaz olarak kullanılıyor olmasına
rağmen Platon’un bu yöntemleri etraflı bir biçimde ele aldığı diyalogların neden son
dönemlerde yazıldığı sorusu gelebilir. Ancak bu yöntemlerin özellikle idealar ile
ilgili olduğu hususu düşünülürse ve idealar ile ilgili olan zihin durumu noesis’in
diğer tüm zihin hallerinden sonra geldiği ve nesnelerinin diyalektik yöntemin
nesneleri olduğu hatırlanırsa yöntemlerin neden son dönem diyaloglarında ortaya
çıktığı biraz daha açıklık kazanabilir.
Ayrıca noesis ile ilgili olduğu söylenen “diyalektik” kavramının etimolojik
kökenini göz önüne alacak olursak Yunanca’da “dia” birbirinden ayrı, parça parça,
ortasından içinden geçerek, gibi anlamları olan bir belirteçtir. Bu anlamların
hepsinde de bir ayırma ayrıştırma olduğuna göre dialogos’u ayrıştırıcı konuşma

82
olarak anlamak doğru olur.243 Dolayısıyla Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin
diyalektiğin doğası ile çok yakından ilişkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu konu ile
ilgili olarak Cornford’un yorumu da dikkat çekicidir. Zira ona göre Bölümleme ile
Toplama Platon tarafından diyalektiğin çok değerli motorları olarak
244
görünmektedirler.
Belirtilmesi gereken önemli bir başka husus da Platon’un, bu yöntemlerin
karşımıza çıktığı dönemde artık daha ziyade idealar ve onlar arasındaki ilişkilerle
ilgileniyor oluşudur. Hernekadar Platon, Devlet Adamı ve Sofist diyaloglarında
yöntemlerin az ya da çok popüler ve eğlenceli bir uygulamasını vermişse de245 bu
yöntemler aslında idealar ile sınırlandırılmışlardır.246
Bunların yanısıra Bölümleme ve Toplama yöntemleri Aristoteles felsefesinde
özellikle “cins” ve “tür” kavramları çerçevesinde, yüklem problemiyle bağlantılı
olarak önemli bir yere sahiptirler. Bu problemler de kolayca farkedilebileceği gibi
mantık, ontoloji ve epistemoloji üçgeninde bulunan, ürkütücü olduğunu
söyleyebileceğimiz problemlerdir. Aristoteles’in eserleri okunduğunda, hedef
belirtilmese de, bazı pasajların Platon’un bahsi geçen yöntemlerine karşı bir tartışma
olduğu farkedilmektedir.247 Dolayısıyla bu yöntemler ve bu yöntemler ile ele alınan
sorunlar Aristoteles felsefesinde de yankılarını bulmuşlardır.
Ancak yöntemlerle ilgili malumatlara daha fazla yer vermeden, öncelikle
Platon’un bu yöntemleri bize nasıl tanıttığını yine onun ifadelerine dayanarak
anlamak ve bundan sonra bazı hususlarda karar vermeye çalışmak daha doğru
görünmektedir. Bu bakımdan şimdi Platon’un ifadelerine dayanarak bu yöntemlerin
temel özellikleri anlaşılmaya çalışılacaktır.

Bahsi geçen yöntemler ilk olarak Phaidros diyaloğunda bize tanıtılmaktadır. Bu


diyalogda konuyla ilgili olarak Platon’un Sokrates’e söylettiği şu ifadelere
rastlamaktayız:

243
Ömer Naci Soykan, Metin Okuma Platon: Sofist, İstanbul, Ara Yayıncılık, 1991, s. 12-13.
244
F. M. Conford, Platon’un Bilgi Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, s.
313.
245
Burnet, a.g.e., s. 220.
246
Cornford, a.g.e., s. 341.
247
Örneğin bkz. Aristoteles, Birinci Çözümlemeler, 46-a ve 46-b, Çev. Ali Houshiary, Haz. Saffet
Babür, Ankara, Dost Kitabevi Yay., 1998.

83
“Fakat, uğurlu bir tesadüfün bize söylettiği bu şeylerde iki işlem var ki
yöntemli bir şekilde incelenmeleri pek yerinde olur. … Birincisi, incelenmesi
istenen konuyu bir tanımlama ile aydınlatabilmek amaciyle, dağınık
kavramları toplu bir görüşle tek bir fikir etrafında toplamaktır. … İkincisi,
fikri, acemi bir kasap gibi rasgele yerinden parçalamamaya dikkat ederek,
248
tabiî eklem yerlerinden öğelerine ayırmaktır.”

Buradaki ifadelerden anlaşılabildiği kadarıyla, öncelikle dağınık kavramlar bir


araya toplanarak bir fikre ulaşılmaya çalışılmakta, daha sonra bu fikir düzenli bir
biçimde öğelerine ayrılmaktadır. Çünkü tanımlamaların yapılabilmesi ve konunun
sahih bir biçimde anlaşılabilmesi için, fikrin öğelerine ayrılması işlemi belli bir
düzen içinde dikkatlice gerçekleştirilmelidir. Bölümlemelerin dikkatlice yapılması
ve hataya düşülmemesi büyük önem arz etmektedir. Zira burada yapılacak bir hata,
doğru tanıma ulaşmamızı engelleyecektir.
Ayrıca “cins”, “ayrım”, “tür” gibi kavramlar hem Aristoteles tarafından
sistemleştirilen mantıkta hem de buna bağlı olarak epistemoloji ve ontoloji
problemlerinde merkezi bir yerde durmaktadırlar. Platon da Devlet Adamı isimli
diyaloğunda, Yabancı’nın ağzından aşağıdakileri aktararak, bu “cins” ve “tür”
ayrımlarına dikkat edilmesi gerektiğini bildirmektedir:

“Bir parçanın aynı zamanda bir tür olup olmadığını hesaba katmaksızın, bir
cins teşkil etmeyen küçük bir parçayı ayırarak tek başına daha büyük başka
birçok parçaların karşısına koymayalım. Ayırdığımız her parça aynı zamanda
bir tür olmalıdır. … Böyle gidilirse ‘türün’ vasıflarını bulmak umudu da daha
çok olur; bizim araştırmamız için her şeyden önemli olan da budur.”249

Bu alıntıdan da anlaşılabileceği üzere tıpkı Hipotez yönteminden bahsederken


söylendiği gibi Bölümleme ve Toplama yöntemlerini uygulayan kişinin de belli bir
tecrübeye sahip olması gerektiği görülmektedir. Çünkü burada kavramlar üzerine
bir araştırma yürütülmekte olduğundan bu kavramlara vakıf olmak bir gereklilik
olmakla birlikte yöntemleri uygulayabilmek için de belli bir tecrübe sahibi olmak
zorunludur.

248
Platon, Phaidros, 265-c, d, e, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997.
249
Platon, Devlet Adamı, 262-c, d, Çev. Behice Boran ve Mehmet Karasan, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.

84
Bölümleme ve toplamalar yapabilmenin düşünebilmek için ne derece mühim
olduğunu, ancak bunu da tecrübe sahibi olanların başarabileceğini ve herkesin buna
vakıf olamayacağını, bunlara vakıf olmuş olan kişinin de diyalektikçi olarak
adalandırılması gerektiğini yine Phaidros diyaloğundan öğrenmekteyiz. Bu
diyalogda Platon, Sokrates’in ağzından, konu ile ilgili olarak bize şunları
aktarmaktadır:

“Konuşabilmek, düşünebilmek için bölmeler ve toplamalar yapmak: İşte ben


buna vurgunum Phaidros! Bir çokluğun tabiî birliği olan bir birliği görebilen
adama raslarsam, bir Tanrının izinde yürür gibi, onun izinde yürürüm. Bu
yetiyi gösterenlere, bilmem haklı bilmem haksız, şimdiye kadar hep
dialektikçi derim.”250

Bu pasajda bölmeler ve toplamalar yapmanın önemine işaret edilmekle birlikte


karşımıza başka bir husus daha çıkmaktadır. Çünkü buradaki, bir çokluğun tabi
birliği olan bir birliği görebilme ifadesi akla ideaları getirmektedir. Bunu
başarabilen kişi ise Platon’un genel düşünceleriyle tutarlı bir biçimde diyalektikçi
olarak adlandırılmaktadır. Aynı diyalogda konuyla ilgili olan bir başka pasaj ise
şudur:

“…başkalarına da öğretilmek istenilen şeyin yalınç mı yoksa bileşik mi


olduğuna bakmalı; yalınçsa özelliklerini, neye nasıl etkide bulunduğunu ve
üzerine neyin nasıl bir etkisi olduğunu incelemeli; bileşikse, bu defa onu
kısımlarına ayırmalı ve bu kısımlardan her birini yalınç şey nasıl
incelendiyse öyle incelemeli, yani neye nasıl etkide bulunduğunu ve üzerine
neyin nasıl bir etkisi olduğunu araştırmalı. Her hangi bir şeyin özünü
incelemek için böyle yapmalı, değil mi?”251

Buradaki ifadelerden ise, Platon’a göre, bir şeyin özü araştırılırken tutulması
gereken yolun Bölümleme ve Toplama yöntemleri ile yakından ilişkili olduğu
görülmektedir. “Nedir” sorusunun temelde nesnenin özüne yönelik bir soru olduğu
hatırlanırsa bu alıntı daha da anlamlı olacaktır. Yukarıda Phaidros diyaloğundan
alıntılanmış olan pasajlarla paralel fikirler ortaya konduğunu gördüğümüz başka bir
pasaj da Philebus isimli diyalogda vardır. Bu diyalogda ise Platon Sokrates’in
ağzından konuyla ilgili olarak bize şunları aktarmaktadır:

250
Platon, Phaidros, 266-b, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997.
251
Platon, a.g.e., 270-c, d.

85
“…her araştırmaya, araştırmanın konusu olan bir fikri ortaya koyarak
başlamalıyız. Bu birliği herşeyde gözetmeliyiz. Elde ettiğimizde, eğer varsa
iki yoksa üç ya da ne sayıda olursa bu birliği belirli bir yere kadar alt
bölümlere ayırmalıyız. … Bu, anlamak ve anladığımızı bir başkasına
aktarmak için tanrının bize bahşettiği yoldur. Ama günümüzde bilge olan
insanlar, birlikteki bu çokluğu kavramakta ya çok aceleci ya da çok yavaşlar.
Hiçbir yöntemleri olmadığından, ele aldıkları birliği ve çokluğu
karıştırmakta, birlikten bir kerede sınırsız olana geçmekteler; onlar için ara
adımlar hiçbir zaman olmamakta. Ve tekrar söylüyorum, bu, eristik ile
252
diyalektik sanatı arasındaki tek farktır.”

Yöntemlerin özellikleri ile ilgili olarak yukarıdaki alıntılardan şu sonuçlar


çıkarılabilir: Doğru tanımlara ulaşabilmek için bu yöntemler önemli araçlardır.
Tanımlamaların doğası gereği bölümleme ve toplamalar yapabilmek temelde cinsler
ve türler ile ilgili bir sorundur. Dolayısıyla yöntemin görünen dünyadaki
nesnelerden ziyade kavranan nesnelerle ilgili olduğu söylenebilir. Doğru
düşünebilmek için çokluk içinde olanları bir bütün içine toplayabilmek ve bu
bütünü gerektiği zaman bölümlere ayırabilmek büyük öneme sahiptir.
Düşünce için bu işlemlerin gerekli olduğu tespitinden yola çıkarak bu
yöntemlerin günlük düşüncede bilinçli ya da bilinçsiz kullanıldığını söylemek
mümkündür. Ama bir farkla ki, günlük yaşamda çoğunlukla önceden öğrenilip
kabul edilmiş olan “bütün”ler kullanılır ve yine önceden belirlenmiş olan ayrımlarla
iş görülür. Bu noktada yapılan ayrımlara ve düşüncenin seyrine insanların duygu
durumları ve önyargıları da karışır. Dolayısıyla yöntemler bilinçsizce ya da acemice
kullanılıyorsa doğru ayrımlar yaparak geçerli sonuçlara varmak, bir bakıma şansa
kalmıştır denebilir. Bu bakımdan bu yöntemleri uygulayabilmek için belli bir bilinç
seviyesinde bulunmak ve tecrübe sahibi olmak gerekmektedir. Devlet Adamı
diyaloğunda Genç Sokrates’in düşüncenin gidişini hızlandırarak düşünce yordamını
bozmasını hatırlamak anlamlı olacaktır. Zira Platon, Yabancı’nın ağzından bize
şunları aktarmaktadır:

“Araştırmanın konusunu hemen öbürlerinden ayırmak şüphesiz çok güzel


olur, ama doğru ayırmak şartıyla... Demincek, sözün dönüp dolaşıp insana

252
Platon, Philebus, 16-e, 17-a, Trans. Benjamin Jowett, A Pen State Electronic Classics Series
Publication, 2002. Ayrıca bkz. Plato, Philebus, 16-d, 17-a, Trans. Harold N. Fowler, Ed. Jeffrey
Henderson, London, Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2001, s. 221.

86
gelip dayanacağını anlayınca, düşüncenin gidişini bozdun, hızlandırdın; ileri
253
sürdüğün ayrımın doğru olduğunu sandın.”

Yöntemlerin hem Devlet Adamı hem de Sofist diyaloğunda bir örnek üzerinden
sergilendiğini görmekteyiz. Örneğin Sofist diyaloğunun başında, nasıl bir yol
izlenmesi gerektiğini Platon Yabancı’nın ağzından bize şu sözlerle bildirmektedir:

“Ne denli büyük olursa olsun bir işi başarmak için, genellikle ve eskiden beri
geçerli olan en uygun yol, büyüğü başarmayı göze almaktansa, ilkin küçüğü
ve kolayı denemeyi gerektirir. … Sofistin kökenini, gerçekte ne olduğunu
kavramamız güç ve zahmetli bir iş olacağından, buna girişmeden önce,
yöntemimizi daha kolay başka bir konuda deneyelim, göstereceğin daha
rahat başka bir yol yoksa eğer.”254

Sofist diyaloğunda seçilen örnek oltayla balık avıdır. Oltayla balık tutmayı bir
sanat işi olarak kabul ettikten sonra “sanat”ı en genel kavram olarak ele alıp
bölümlemeler yaparak oltayla balık tutmaya kadar ulaşılır.255 Bu şemaların ayrıntılı
bir sergilenmesi Ömer Naci Soykan’ın Metin Okuma, Platon: Sofist isimli eserinde
bulunabilir. Hem bu çalışmada yararlanılmış olan eserlerden hiçbirinde Devlet
Adamı’nda yapılan bölümlemeye yer verilmediği için hem de her iki diyalogda da
işlenen yöntem aynı olduğundan, burada Devlet Adamı’ndaki bölümleme
sergilenecektir. Bu diyalogdaki sınıflamada amaç devlet adamının ilgili olduğu
alanın sınırlarını ortaya koymaktır. Devlet adamının ilgili olduğu alan ise
yönetilmesi gereken insan topluluklarıdır. Bunun için de en genel kavram olarak
“bilgi” kavramı alınır ve bölümlemeler yapılmaya başlanır. Bu bölümlemeler
neticesinde devlet adamının ilgili olduğu bölüme ulaşılır. Bölümlemeler yapılırken
dikkat edilmesi gereken hususların neler olduğu yukarıda Platon’dan yapılan
alıntılarda belirtilmekteydi. Bu alıntılardan çıkarılabilecek sonuca göre dikkat
edilmesi gereken bu hususları sıralarsak karşımıza şunlar çıkmaktadır:

1) İncelenmek istenen konuyla ilgili dağınık kavramlar toplu bir görüşle tek
bir fikir etrafında toplanmalıdır.

253
Platon, Devlet Adamı, 262-d, Çev. Behice Boran ve Mehmet Karasan, İstanbul, Sosyal Yayınlar,
2001.
254
Platon, Sofist, 218-c, d, Çev. Ömer Naci Soykan, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi,
1999.
255
Bkz. a.g.e., 219-a ve 221-c arası.

87
2) Tek bir fikir etrafında toplanan bu görüş acele etmeden cins ve türlere de
dikkat edilerek ikiye bölünmelidir. Ayrılan her bölümün bir tür olmasına
dikkat edilmelidir.
3) Ayrılan bu iki başlıktan konumuz ile ilgili olanı yine iki başlığa bölerek
aynı işlemler aranan bölüm bulunana kadar sürdürülmelidir.

Devlet Adamı isimli diyaloğun (257-c) ve (265-e) pasajları arasında yapılan


bölümlemeyi ise aşağıdaki gibi şematize etmek mümkündür:

BİLGİ
┌−−−−−−−┴−−−┐
│ │
Pratik Bilgi Teorik Bilgi
┌−−−−−−−−−−−−┴−−┐
│ │
Hüküm Veren İdare Eden
┌−−−−−−−−−−−−−┴−−−−−−−−┐
│ │
Başkasının Emirlerini Bildiren Kendiliğinden Emir Veren
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−−−┐
│ │
Cansızlara Emreden Canlılara Emreden
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−−−┐
│ │
Tek Tek Yetiştiren Sürüleri Yetiştiren
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−−−−┐
│ │
Vahşi Hayvan Sürüleri Evcil Hayvan Sürüleri
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−−┐
│ │
Su Hayvanları Kara Hayvanları
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−┐
│ │
Uçan Hayvanlar Yürüyen Hayvanlar
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−┐
│ │
Boynuzlu Hayvanlar Boynuzsuz Hayvanlar
┌−−−−−−−−−−−−−−−−−−−┴−−┐
│ │
Karışık Cins Saf Cins

Fakat Platon, diyaloğun ilerleyen pasajlarında, bu bölümlemenin “Kara


Hayvanları” başlığından itibaren bir terslik olduğunu belirtmektedir. Bu terslik ise

88
bu bölümlemeye göre insanın dahil edileceği kısma insan ile hiçbir ilgisi olmayan
canlıların da dahil edilebiliyor oluşudur. Bu bakımdan “Kara Hayvanları”
başlığından itibaren başka bir sınıflama daha yapmaktadır. Diyaloğun (266-e)
pasajında yapılan bölümlemelerin şeması ise aşağıdaki gibidir:

KARA HAYVANLARI
┌−−−−−−−−−−−−−−−┴−−−−−−−−−−−−−−┐
│ │
Dört Ayaklı Hayvanlar İki Ayaklı Hayvanlar
┌−−−−−−−−−−−−┴−−−−−−−┐
│ │
Tüylü Olan Hayvanlar Tüylü Olmayan Hayvanlar

Burada da “insan”ı iki ayaklı hayvanlar olan kuşlardan insanın tüylü


olmamasıyla ayırt etmektedir. Diyaloğun ilerleyen pasajlarında ise önceki
bölümleme ile bu son bölümlemeyi bir arada kullandığını, dolayısıyla ikisinin de
Platon için geçerli olduğunu görmekteyiz.256 Buradan, Platon’a göre, tanımlamaları
daha açık hale getirebilmek için farklı cins ve türlere dikkat ederek farklı bölmeler
oluşturmanın meşru olduğunu çıkarsamak mümkün görünmektedir. Dolayısıyla
Platon’un yaptığı bölümlemelerde ulaştığı insan tanımının, yani devlet adamının
ilgi alanına giren türün, şu şekilde tanımlanacağını söyleyebiliriz: “Saf cins olan, iki
ayaklı, yürüyen tüysüz hayvan”.
Buradaki tanımın doğru ya da geçerli olup olmadığı meselesinden öte ele alınan
yöntem ve kavramlar büyük önem arz etmektedir. Çünkü burada karşımıza çıkan
“cins” ve “tür” kavramları Aristoteles felsefesinde hem epistemoloji hem ontoloji
hem de mantık alanında kilit bir yerde bulunmaktadırlar. Bunun yanısıra Ortaçağ
felsefesinde merkezi bir sorun olan Tümeller sorunu da buradaki “cins” ve “tür”
kavramlarıyla yakından ilgilidir. Ayrıca, yukarıda da değinildiği üzere Platon’un
son dönem diyaloglarında idealara atıfta bulunurken “cins” ve “sınıf” gibi
kavramları kullandığını burada hatırlamak gerekmektedir.

256
Bkz. Platon, Devlet Adamı, 267-b, c, Çev. Behice Boran ve Mehmet Karasan, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2001.

89
Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin temel özelliklerinin Platon’un
ifadelerine dayanarak ortaya konmasından sonra şimdi de bu yöntemlerin diğer
yöntemlerle bağlantılarına, benzerlik ve farklılıklarına değinmek gerekmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki Platon bu döneminde, idealar ile tikel nesneler
arasındaki ilişki meselesinden ziyade, ideaların kendi aralarındaki ilişkilere önem
vermektedir. Buna bağlı olarak yöntem sorunu çerçevesinde bu dönem eserlerine
bakacak olursak tartışmaların zihinle kavranan dünyayla ilgili olduğunu söylemek
yerinde olacaktır. Bu da yukarıdaki bölümlerde ele alınmış olduğu üzere Devlet
diyaloğunda tanımlandığı şekli ile diyalektiğin alanına yani noesis’e denk
düşmektedir.
Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin işleyiş şekilleri ile Hipotez yöntemi ve
Devlet diyaloğunda tanımlandığı şekliyle diyalektik arasında büyük bir benzerlik
göze çarpmaktadır. Yukarıda, Hipotez yöntemiyle bir varsayımdan aşağıya, sonuca
doğru çıkarımlar yapıldığı oysa diyalektik yöntemle varsayımları birer basamak
olarak kullanarak yukarı doğru hareket edildiği ifade edilmişti. Çünkü bir varsayım
sorgulandığında yapılması gereken, sorgulanan varsayımı daha genel bir
varsayımdan çıkarsamak ve buna ilk ilkeye varana kadar devam etmekti. Buradaki
aşağı ve yukarı hareketler Bölümleme ve Toplama yöntemlerini andırmaktadır.
Ayrıca sorgulanan varsayımın daha genel bir varsayımdan çıkarsanması da cinsin
altında bulunan türleri ve türler ile bu cins arasındaki ilişkiyi hatıra getirmektedir.
Buna rağmen bu yöntemler arasında önemli farklar vardır. Bu farkları
anlayabilmek için tekrar Bölünmüş Çizgi benzetmesi ve bu benzetmenin yöntem ile
ilgisine dönecek olursak şunları hatırlamak gerekmektedir. Çizgi’nin görünen
dünyayı temsil eden kısmının Sokratik Çürütmeyle ilgili olmasına rağmen
kavramlarla ilgili olan kısmın ilk bölümü dianoia, Hipotez yöntemiyle ilgiliydi.
Çizginin en üst bölümü noesis ise diyalektiğin bölgesi idi. Diyalektik ise,
kavramdan kavrama giderek yine kavramda son bulan bir araştırma yöntemi olarak
tanımlanmaktaydı. Dolayısıyla Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin Devlet’te
tanımlandığı şekli ile diyalektiğin bir uzantısı olduğunu söylemek mümkün
görünmektedir. Hatta yukarıda Cornford’dan alıntılanan fikir uyarınca Bölümleme
ve Toplama’nın bu bağlamda diyalektiğin motoru olduğu ileri sürülebilir.

90
Tüm bunlara binaen, Platon’un Devlet diyaloğundan sonraki döneminde
Theaitetos ve Parmenides ile başlayan eserleri, yöntem sorununu dikkate alacak
olursak, yine Devlet diyaloğundaki proje uyarınca sıralanmışlardır denebilir. Önce
Sokratik Çürütme ile Hipotez yöntemi Bölünmüş Çizgi benzetmesinde sergilenen
fikirlerle bağlantılı bir şekilde uygulanmışlar, hemen ardından da Cornford’dan
iktibasla diyalektiğin motoru olduğunu söyleyebileceğimiz Bölümleme ve Toplama
gündeme gelmişlerdir. Bu yöntemler yöneldikleri amaç, temele aldıkları ilke ve
uygulayıcılarının bilinç seviyesi nedeniyle farklılıklar göstermekle birlikte bu son
yazılanlardan da çıkarılabileceği gibi diyalektiğin vechelerini oluşturmuşlardır. Bu
yöntemleri bir terazinin parçaları gibi düşünecek olursak Sokratik Çürütme ve
Hipotez yöntemleri terazinin bir kolunu, Bölümleme ve Toplama yöntemleri ise
diğer kolunu oluşturmaktadırlar. Bu terazinin bütününü ise diyalektik olarak
adlandırmak gerekmektedir.

Yukarıda da belirtildiği üzere Bölümleme ve Toplama yöntemleriyle ele alınan


hususlar Aristoteles felsefesinde oldukça ciddi sorunlarla örtüşmektedirler.
Özellikle, epistemolojik-ontolojik açılımları bulunan “tür” ve “cins” kavramları bu
tartışmada merkezi bir yerde bulunmaktadırlar. Aristoteles felsefesi üzerine etraflı
bir çalışma yapmak bu tezin sınırlarını aşmakla birlikte Bölümleme ve Toplama
yöntemleriyle gündeme gelen hususların bu felsefede nasıl bir yer bulduğuna kısa
da olsa değinmek yerinde olacaktır.
Aristoteles’in Platon’dan aldığı bariz etkilerden ilki, sonuçta çok farklı
görüşlere ve açıklama modellerine varmış olsa da, bilgi anlayışında olmuştur. Arda
Denkel de bu bağlamda şu tespitte bulunmaktadır:

“Neyin bilmek olduğunu ve neyin bilinebilir olduğunu belirlerken,


Aristoteles burada hemen bütünüyle Platon’un ölçütlerini, beklentilerini
izler...bir yandan algıyla kavranan tikel varlıkları, bunların oluşturdukları
evreni bilmeyi ve açıklamayı kendine ana amaç yaparken, bir yandan da
bilginin ne olduğu konusunda hocası Platon’u izlemiştir.”257

257
Denkel, a.g.e., s. 231ve 124.

91
Aristoteles’in eserlerine başvurulduğunda birçok farklı pasajın bu tespiti
doğruladığı görülecektir. Örneğin Metafizik’in birçok yerinde tek tek nesnelerin
oluş içinde bulundukları, bu sebepten onların bilimin konusu olamayacakları çünkü
bilimin konu olarak tümeli ele aldığı dile getirilmektedir.258 Aristoteles’in kendi
ifadelerine başvuracak olursak açıkca şunları söylemektedir:

“Genel olarak bu dünyadaki şeylerin daima değişme içinde görünmeleri


ve hiçbir zaman için aynı halde kalmamalarından hareket ederek, bunu
doğru hakkındaki yargımızın temeli kılmamız saçmadır: Tersine her
zaman aynı kalan ve hiçbir değişmeye maruz kalmayan varlıklardan
259
hareket ederek doğruyu aramamız gerekir.”

İkinci Çözümlemeler’de ise “bilgi ile bilgi nesnesi sanı ile sanı nesnesinden
260
ayrımlı, çünkü bilgi tümel ve zorunlu olanlara dayanır…” ifadelerine
raslamaktayız. Dolayısıyla Aristoteles’in de Platon gibi geçerli bilgiyi tümellerde
aradığını söylemek mümkündür. Ancak tartışma da bu tümellerin mahiyetleri
konusunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü Aristoteles tümellerin tek tek nesnelerin
dışında bir varlığı olmasının zorunlu olmadığını savunarak261 “idealara veda etmeli:
onlar anlamsız gürültüler ve var olsalar bile konuyla ilgileri yok…”262 demektedir.
Ayrıca Metafizik’in birçok yerinde, özellikle de A, M ve N kitaplarında idealar
teorisi eleştirilerilmektedir.
Bu ciddi ayrımlara rağmen Aristoteles’in, hocası ile birlikte ancak tümel olan
şeylerin bilgisinin doğru hakkında temel sağlayabileceğini düşündüğünü
görmekteyiz. Ayrım ise, yukarıda da ifade edildiği üzere, tümellerin mahiyeti
konusunda ortaya çıkmaktadır. Öyleyse Aristoteles için “tümel”lerin nasıl
tanımlandığını görmek gerekmektedir. Yorum Üzerine isimli kitabında Aristoteles
bize şunları aktarmaktadır:

258
Bkz. Aristoteles, Metafizik, 1003-a 10, 1039-b 30, 1040-a 5, Çev. Ahmet Arslan, 2. bs. İstanbul,
Sosyal Yayınlar, 1996.
259
Aristoteles, a.g.e., 1063-a 10.
260
Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, 88-b, Çev. Ali Houshiary, Ed. E. Efe Çakmak, İstanbul, Yapı
Kredi Yay., 2005. Ayrıca bkz. a.g.e., 75-b.
261
Aristoteles, a.g.e., 85-b.
262
Aristoteles, a.g.e., 83-a.

92
“…doğal olarak çoğulluğa yüklenene tümel, çoğulluğa yüklenmeyene
263
tekil diyorum; örneğin ‘insan’ tümellerden, “Kallias” tekillerdendir…”

Dolayısıyla çoğunluğa yüklendiği söylenen bu tümeller “cins” ve “tür”lerden


oluşmaktadırlar. Doğru bilgi için temeli bu tümeller oluşturmasına rağmen birinci
anlamda varlık olan bunlar değildir. Çünkü bu tümeller belirli nesnelere
yüklenmektedirler. Oysa birincil anlamda varlık olanlar hiçbir şeye yüklenemezler.
Tümeller ancak ikincil varlıklar olabilirler. Aristoteles Kategoriler’de bu konu ile
ilgili olarak şunları aktarmaktadır:

“İlk başta ve asıl anlamıyla varlık, ne bir taşıyıcı için söylenen ne de bir
taşıyıcı içinde olan varlıktır; örneğin belli bir insan ya da belli bir at.
Türce ilk varlıklar denenlerle bu türlerin cinsleri içinde bulunanlara ise
ikincil varlıklar denir; sözgelişi belli bir insan tür olarak ‘insan’dadır,
türünün cinsi ise ‘canlı’.”264

İkincil varlık olan cinsler ve türlerden türler cinslere nazaran daha çok varlık
olmaktadırlar. Çünkü türler cinsler için taşıyıcı durumundadır ve cins bir türe
yüklenebilmesine rağmen tür bir cinse yüklenemeyecektir.265 Bu noktada Arda
Denkel’in “Platon’un varlıkbilime çok önemli bir katkısı, bir tikel nesne için belirli
bir nitelik taşımanın, belirli bir türe bağlı olmanın ne olduğu sorusunu ortaya atmış
olmasıdır”266 tespitini hatırlamak anlamlı olacaktır. Zira bu tespit yukarıdan beri
Aristoteles’ten alıntılananlarla yanyana koyulduğunda Platon ile Aristoteles
arasında ne derece bir yakınlık olduğunu ve ele aldıkları problemlerin süreklilik arz
ettiğini göstermektedir.
Platon’da yöntem sorunu ile burada ele alınan hususların bağlantılı olduğu
nokta ise tanımlamanın, dolayısıyla Bölümleme ve Toplama yöntemlerinin bu
aktarılanlarla yakından ilişkili olmasıdır. Yukarıda üzerinde durulduğu gibi
Bölümleme ve Toplama yöntemleri idealarla ilgi içerisinde olan yöntemlerdir ve
amaç ise doğru tanımlara ulaşmaktır. Aristoteles için de tanımların tümellerle
mümkün olduğunu “tanımın neliğe özgü olduğu, her neliğin tümel ve olumlu

263
Aristoteles, Yorum Üzerine, 17-a, 35-40, 17b, 5, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge
Kitabevi, 2002.
264
Aristoteles, Kategoriler, 2-a, 10-20, Çev. Saffet Babür, 2.bs., Ankara, İmge Kitabevi, 2002.
265
Aristoteles, a.g.e., 2-b, 5-20.
266
Denkel, a.g.e., s. 93.

93
olduğu görünüyor”267 şeklindeki ifadesinden anlamaktayız. Aristoteles’in bu
ifadesinden anlaşıldığına göre tanımın başka bir özelliği de neliğe özgü olmasıdır ki
Platon’un tek tek erdemlere sorduğu “X nedir” sorusu ile bunun bir paralelliği
olduğunu söylemek mümkündür.
Tanımın tümellerle ilgili olduğu konusunda iki filozof arasında bir mutabakat
olsa da bunun nasıl yapılacağı konusunda bazı anlaşmazlıklar çıktığı görülmektedir.
Platon bu tanımların Bölümleme ve Toplama yöntemleri ile yapılabileceğini
söylemekte ama Aristoteles bu konuda biraz daha farklı düşünmektedir. Ancak
bunun uygulanışı konusunda kimi sorunlar vardır. Çünkü ona göre özellikle
bölümlemeler yapmak tanıma ulaşmak için iyi bir yol değildir. Bölme ona göre
zayıf bir tasım gibidir.268 Bölme yönteminin yeterli olmadığı konusunda İkinci
Çözümlemeler’de şunları okumaktayız:

“‘İnsan nedir?’, yanıtlayan ‘Canlı, ölümlü, ayaklı, iki ayaklı, kanatsız’


diyecektir; her bir ekleme sırasında ‘niçin?’ diye sorulduğunda aklınca
bunu bölmeyle gösterdiğini, her canlının ya ölümlü ya da ölümsüz
olduğunu söyleyecektir. Ne ki böyle yapılan her açıklama bir tanım değil,
dolayısıyla bölmeyle bir tanıtlama yapılsa bile, tanım bir tasım
olamaz.”269

Buradan Aristoteles’in bölmeyi bir noktaya kadar tanıtlama olarak görmesine


rağmen tanıma ulaşmak için yeterli bulmadığı anlaşılmaktadır. Bu konu ile ilgili
olarak İkinci Çözümlemeler’in başka bir pasajında ise, Platon’un diyaloglarında
kullandığı örneklerle de paralel olan örnekler kullanılan şu ifadeleri okumaktayız:

“‘İnsan canlı mı cansız mı?’ Canlı olduğu kabul edildi diye bir çıkarım
yapılmış değildir. Yine her canlı ya karada ya da suda yaşar; insanın
karada yaşadığı kabul edildi. Dahası ‘canlı-karada yaşayan’ bütünlüğünün
insan olması söylenenlerden zorunlu olarak çıkmaz, bunlar kabul ediliyor.
Bunu pek çok şeyde veya az şeyde böyle yapmak hiçbir ayrım çıkarmaz:
sonuç aynı olur.”270

267
Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, 90-b, Çev. Ali Houshiary, Ed. E. Efe Çakmak, İstanbul, Yapı
Kredi Yay., 2005.
268
Aristoteles, Birinci Çözümlemeler, 46-a 30, Çev. Ali Houshiary, Haz. Saffet Babür, Ankara,
Dost Kitabevi Yay., 1998.
269
Aristoteles, İkinci Çözümlemeler, 92-a, Çev. Ali Houshiary, Ed. E. Efe Çakmak, İstanbul, Yapı
Kredi Yay., 2005.
270
Aristoteles, a.g.e., 91-a.

94
Öyle ise Aristoteles’e tanımın nasıl elde edilebileceğini sormak gerekmektedir.
Tanımın tümellerle elde edilebildiğini, dolayısıyla cinsler ve türlerle ilgili olduğunu
görmüştük. Platon’un kullandığı Bölümleme yöntemi de tanıma ulaşmak için yeterli
değil ise nasıl bir yol izlenmelidir?
Aristoteles’e göre doğru bir tanım cins ve ayrımlar vasıtasıyla mümkündür.
Tanım, nesnenin özünü ifade eden bir söz olduğundan271 ve cins de nesnenin
tanımında ilk ortaya konması gereken şeyleri içerdiğinden, tanımın ilk unsuru
cinstir.272 Cinse eklenen her yakın ayrım bir tür oluşturmaktadır ve bu noktadan
itibaren tür tanımlanmış kabul edilir.273 Ayrım ise Aritoteles’in ifadeleri ile
söylersek “nesnenin mahiyetini ifade etmekle beraber, yalnız bu nesneye ait olan ve
onunla karşılanabilendir.”274 Örneğin “canlı” bir cins olarak alınıp bu cinse
“hareket” ayrımı eklenirse “hayvan”a ulaşılır. “Hayvan”a ise “akıllı” ayrımının
eklenmesi ile de tür olarak “insan”a ulaşılır. Dolayısıyla “insan”, türün yüklem
olarak kabul ettiği “hayvan” yüklemi ve “akıllı” ayrımı ile tanımlamış olmaktadır.
Buna göre; “insan, akıllı hayvandır” tanımına ulaşılır.
Aristoteles’in tanım ile ilgili olarak ortaya koyduğu düşüncelerde soruya açık
olan taraf, “ayrım” ile Platon’da karşımıza çıkan “bölümleme” arasında ne fark
olduğudur. Buna yukarıda alıntılanan pasajlar doğrultusunda cevap verilebilir.
Şöyle ki, Platon’un ele aldığı Bölümleme yönteminde bölümler mutlak olarak
“ayrım”da olduğu gibi yalnız nesneye ait olan bir özelliği ortaya koymamaktadır.
Devlet Adamı diyaloğunda, Platon’un, ilk yaptığı bölümlemeden yanlış olduğu
söylenebilecek sonuçlar çıkartılabileceğini görmesi üzerine bir başka bölümlemeye
daha başvurması hatırlanacak olursa, “ayrım” ve “bölümleme” arasındaki
vurgulanmak istenen fark daha iyi anlaşılabilir.

271
Bkz. Aristoteles, Topikler, Çev. Hamdi Ragıp Atademir, İstanbul, Hamlet Yay., 2000, s. 14.
Ayrıca bkz. Aristotle, Topica, 101-b, 35, Çev. E. S. Forster, Ed. Jeffrey Henderson, London, Loeb
Classical Library, Harvard University Press, 2004, s. 281.
272
Bkz. Aristoteles, a.g.e., 142-b, 25-30.
273
Bkz. Aristoteles, Topikler, Çev. Hamdi Ragıp Atademir, İstanbul, Hamlet Yay., 2000, s. 123 ve
128. Ayrıca bkz. Aristotle, Topica, 143-b, 5-10, Çev. E. S. Forster, Ed. Jeffrey Henderson, London,
Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2004, s. 591.
274
Aristoteles, Topikler, Çev. Hamdi Ragıp Atademir, İstanbul, Hamlet Yay., 2000, s. 15. Ayrıca
bkz. Aristotle, Topica, 102-a, 15-20, Çev. E. S. Forster, Ed. Jeffrey Henderson, London, Loeb
Classical Library, Harvard University Press, 2004, s. 283.

95
Tüm bu aktarılanların neticesinde Platon’un son dönem diyaloglarında yoğun
olarak gündemde bulunan Bölümleme ve Toplama yöntemlerinden özellikle
Bölümleme’nin, cins ve tür kavramları üzerinden, Aristoteles felsefesinde de
önemli açılımları olduğunu görmek mümkündür. Hatta bu açılımlar yöntem
sorununun doğasından kaynaklı olarak ontoloji ve epistemolojinin ciddi
problemlerine kadar gelip dayanmaktadırlar.

96
SONUÇ
Bu çalışmanın neticesi olarak iki farklı bağlamda sonuç çıkarmak mümkündür.
Bunlardan ilki doğrudan Platon felsefesi ile ilgili olmayıp onun düşüncelerine
dayanarak varılan sonuçlar, ikincisi ise doğrudan Platon’un kendi felsefesiyle
alakalı olanlardır. Platon felsefesi ile doğrudan ilgili olmayıp onun düşüncelerinden
ve felsefesi üzerine çalışmanın bize sağladıklarından çıkarılan sonuçlar,
genellemelerin taşıdığı sakıncalardan dolayı itirazlara açık olabilir. Platon felsefesi
hakkında nihai sonuçlar çıkarsamaya çalışmak ise, belki de Platon’un amaçladığı
bir biçimde, mümkün görünmemektedir. Platon’un, çalışmanın başından beri bir
kaç kez vurgulanmış olan, hakikati yazıyla aktarmak konusundaki çekinceli tavrı ve
düşüncelerini aktardığı diyalog biçiminin karşımıza çıkarttığı sorunlar eksiksiz
sonuçlara varmayı engellemektedir. Çünkü kesin bir sonuca vararak ele aldığınız
meseleyi kapatmak istediğinizde ya diyalog üslubunun bazı özellikleri yüzünden
şüpheler ve yoruma açık noktalar kalmakta ya da diyaloglardan birinde konu ile
ilgili olan farklı fikirlere rastlanmaktadır. Timaios diyaloğunun bunun güzel bir
örneği olduğu söylenebilir. Çünkü bu diyalogda hem idealar teorisi ile ilgili farklı
unsurlar ortaya çıkmakta hem de çok değişik bir tanrı mefhumu ile
karşılaşılmaktadır.
Ama elbette biraz da felsefenin doğasından kaynaklanan bu sorun bazı
sonuçlara varmak konusunda isteksiz ya da çekingen davranmayı haklı
kılmamaktadır. Zira yine felsefenin doğası gereği bunların da sınanması önemlidir.

İlk olarak Platon’u kalkış noktası alarak varabileceğimiz sonuçlara bakarsak


onun düşünce serüveninin bize şunları öğrettiğini görürüz. Felsefe problemleri
birbirleriyle çok sıkı bir biçimde bağlıdırlar. Günümüzde keskin bir biçimde
yapılmaya başlanmış olan epistemoloji, ontoloji, mantık… gibi ayrımlar aslında
arızi ayrımlar olup bu disiplinler temelde birbirleriyle içiçe bulunmaktadırlar.
Yukarıdaki bölümlerde daha etraflı bir biçimde ele alındığı üzere Platon’un ahlaki
kaygılarla yola çıkıp epistemoloji ve ontoloji sorunlarıyla hesaplaşmak zorunda
kalması bu durumun bir göstergesidir. Söz konusu bağlantıyı iyi kavramadıkça
felsefe problemleri üzerinde derinleşmek mümkün görünmemektedir. Çünkü bu

97
bağlantıları gözden kaçırmak demek çok boyutlu problemlerin tek bir boyutunu
görüp diğerlerini atlamak demektir. Yöntem sorunu üzerine düşünmek ise
düşüncenin gidişatı ve yolu yordamı ile ilgili olduğundan bu sıkı bağlantıları
görmemizi kolaylaştırmaktadır.
Platon’un düşünce serüveninde diyalektiğin vecheleri olarak karşımıza çıkan
yöntemlerin özellikleri, tarihsel olarak sıralanmaları ve kullanımları bize yöntem
sorunu ile ilgili önemli ipuçları vermektedir. Bu yöntemlerin işleyişleri Sokratik
Çürütme ve Hipotez yöntemlerinde olduğu gibi temelde aynı olmalarına rağmen
varılmak istenen amaç ve yöntemi uygulayan kişinin bilinç durumu farklılıklar
göstermektedir. Bu durum da yöntemin mutlak bir araç olmadığını, kişinin
amaçlarının yöntemin nasıl kullanılacağını, nereye uygulanacağını ve hatta ne gibi
sonuçlara varılacağını belli ölçülerde belirlediğini göstermektedir. Mantık
kurallarının Aristoteles ile birlikte formelleştirilmesi bunun önüne geçmek için
gerçekleştirilmiş bir proje olabilir. Ama formelleştirilmiş bir mantık disiplini
elimizde olsa bile bu sefer de karşımıza temele alacağımız ilkelerin ne olması
gerektiği gibi bir sorun çıkacaktır. Çünkü temele alınan farklı ilkeler farklı
sonuçlara varılmasına sebeb olacaktır. Dolayısıyla mantık disiplinini de içerecek
biçimde yöntem sorununu gözönüne aldığımızda, varılmak istenen amaçla temele
alınan ilke ya da ilkeler felsefi bir problem olarak durmaktadırlar.
Bu çalışma boyunca da sık sık karşılaşıldığı üzere yöntem sorunu düşüncenin
seyri ile doğrudan ilişkilidir. Platon’un yöntemleri uygulayış sıralaması ve bunları
kullanış biçimi bunun bir göstergesidir. Aristoteles’in ilkelerini saptayarak ortaya
koymaya çalıştığı mantığın da onun felsefesinde ve daha da ötesinde mantığın diğer
filozofların felsefelerinde böyle bir yeri olup olmadığı ayrıca araştırılması gereken
bir husustur. Ama yukarıda da işaret edilen sonuçlardan anlaşıldığına göre ilke,
amaç, bilinç durumu, ele alınan problemlerin özellikleri yöntemin kullanımını ve
daha da daraltırsak mantığın kullanımını etkilemektedirler. Buradan yola çıkarak,
yöntem üzerine düşünmenin felsefe yapmaya çalışmak için bir adım olduğunu
söylemek mümkün görünmektedir.

98
Platon’un kendi felsefesi ile ilgili çıkarılabilecek sonuçlardan ilki ise, haklı
nedenlerle Platon felsefesinin dönemlere ayrılarak incelenebilmesine rağmen bunun
abartılmaması gerektiği ve Platon felsefesinin bir bütün oluşturduğu yönündedir.
Çünkü yöntem sorunu ele alınırken görüldüğü üzere genel olarak bakıldığında
Platon’un felsefesi Sokratik diyaloglardan son dönem diyaloglarına kadar birbiriyle
çok sıkı bir biçimde bağlıdır. Daha Euthydemos ve Menon diyaloglarında karşımıza
çıkan problemlerin Sofist diyaloğunda gündeme alınmaları ve çözüme
kavuşturulmaları bunun en iyi örneklerinden birisidir. Ayrıca bu durum Platon’un
kaygılarının belli konular çerçevesinde ömrü boyunca aynı kaldığını
göstermektedir.
Diğer bir örnek ise yöntemler üzerine yapılan çalışmada görüldüğü üzere Devlet
diyaloğunda ortaya konmuş olan projenin hem Devlet diyaloğundan önceki
eserlerde hem de Platon’un farklı bir mecraya aktığı son dönem eserlerinde
kullanımda olmasıdır. Ayrıca, Devlet diyaloğunda tanımlandığı şekli ile
diyalektiğin sonraki diyaloglarda geçerli olmasının yanısıra bu tanımın önceki
diyaloglarla da uyum içinde olması Platon felsefesinin sıkı biçimde bağlı bir bütün
olduğunun başka bir açıdan sergilenmesidir denilebilir.
Platon’da yöntem sorunu üzerine yapılan bu çalışmanın neticesinde
varılabilecek bir başka sonuç ise Platon’un felsefesinin sadece sıkı bir biçimde
birbirine bağlı olmadığı, aynı zamanda ayrıntısı önceden hesaplanmış olmasa da
diyaloglar vasıtasıyla ana hatları belirli bir projenin gerçekleştirilmiş olduğu
sonucudur. Çünkü yöntem sorunu üzerine varılan sonuçlardan farkedilebileceği gibi
Platon bir sonraki adımı önceden sezdirmekte, bunun yanısıra önceki adımlar ile
sonraki adımlar arasında farklı felsefe sorunlarıyla içiçe bir bağlantı kurmaktadır.
Bölünmüş Çizgi ve Mağara benzetmeleri ile onların üzerine yukarıda söylenenler
bunun bir göstergesi olabilirler.
Platon felsefesiyle ilgili olarak varılan bu sonuçların hemen ardından gözönüne
alınması gereken bir başka husus ise Platon’un kaygılarıyla yöntem sorununun
bağlantısı hususudur. Yukarıdaki bölümlerde üzerinde durulduğu gibi Platon’un
amacı ahlaki ve siyasi değerleri sağlama bağlamaktır. Bunun için bilgi ve varlık
sorunları ile hesaplaşması gerekmiştir. Asıl amaç ise değerleri sağlama bağlayacak

99
bir zemin oluşturabilmek için kesin bilgiye, yani epistemeye ulaşmaktır. Ama
Platon’un özellikle İyi ideası hakkındaki görüşlerinden sezilebildiği üzere kesin
bilgiye ulaşmak birden gerçekleşmediği gibi, aksine uzunca bir sürecin sonucunda
mümkündür. Bu uzun sürecin bütünü diyalektik, diyalektiğin vecheleri ise Sokratik
Çürütme, Hipotez, Bölümleme ve Toplama yöntemleridir. Özellikle Sokratik
Çürütme ve Hipotez yöntemleri kesin bilgiye ulaşmadan önceki süreç için
önemlidir. Bölümleme ve Toplama yöntemleri ise ulaşılan kesin bilginin
tanımlanması, başkalarına aktarılabilecek duruma gelmesi ve kullanıma
sokulmasıyla ilişkilidir. Dolayısıyla Sokratik Çürütme ve Hipotez kesin bilgiye
giden yolda kişinin kullanıp tecrübe etmesi gereken yöntemlerdir. Bölümleme ve
Toplama yöntemleri ise kullanılan yöntemler üzerine belli bir bilinç kazanan
kişinin, bir bütün olarak düşünüldüğünde diyalektik olarak değerlendirilen
yöntemin iç işleyişini kavrayıp uygulaması ve ulaştığı bilgileri tanımlayarak
başkalarına aktarabilecek duruma gelmesiyle ilgilidir.
Tüm çalışma boyunca sergilenenlerden anlaşılabileceği gibi Platon bunları
kişiye, açık ve net bir biçimde söylemediği gibi ulaştığı sonuçları da sistemli bir
biçimde açıklamak kaygısında değildir. Daha ziyade gösterdiği yolların kişinin
kendisi tarafından yürünmesi ve sınanması gerektiğini düşünür gibi görünmektedir.
Hatta Bölünmüş Çizgi ve Mağara benzetmelerinin özellikle yöntem konusu ile
yakından ilişkili olması, ayrıca bu pasajların Korucuların eğitimi ile ilgili bir
tartışmanın sonucu yazılmaları bahsedilen durumun daha iyi anlaşılmasını
sağlayacaktır. Dolayısıyla Platon’un yöntem sorununun sadece ahlaki-siyasi
değerleri sağlama bağlamak için ontoloji ve epistemoloji sorunlarıyla ilgili olmadığı
ama aynı zamanda eğitim felsefesi bakımından da önem arz ettiği söylenebilir.
Platon’un, yöntemleri kişinin kendisinin tecrübe etmesi gerektiği yönünde sezilen
eğilimi de bununla yakından ilişkilidir.
Akla Platon’un doksa, yani sanı ile ilgili olarak yöntem konusunda ne önerdiği
hususu gelebilir. Yine Bölünmüş Çizgi ve Mağara benzetmelerinde Platon’un bize
aktardıklarından çıkarımlanabildiği üzere sanı Sokratik Çürütme ile ilgilidir.
Edinilmiş olan sanıların bu yöntemle sınanması gerekmektedir. Ama Platon’un
sanının edinilmesi aşaması ile ilgili bir yöntem önermediğini, daha doğrusu bir

100
yöntem önermeye gerek duymadığını görürüz. Theaitetos diyaloğunun birçok
pasajında sanı, duyu verileri ve algılar çerçevesinde ele alınmaktadır. Diyaloğun
(189-e, 190-a) kısmında ise sanıyı Sokrates’in ağzından şu sözlerle tanımladığı
görülmektedir:

“Fakat vakta ki ruh, ister yavaş, ister hızla ilerleyerek, bir karara erişir ve
kendi kendisiyle uyuşur, o zaman hükümlerinde artık tereddüdü kalmaz;
işte o zaman onun bir sanıya sahibolduğunu söyleriz. Onun için ben, sanıda
bulunmayı bir konuşma, sanıya da ifade edilmiş bir hüküm diyorum; yalnız
bu başkalarıyla ve yüzyüze değil de, kendi kendine ve sessizce olur, sen ne
dersin?”275

Theaitetos diyaloğunda tartışılan konuların genel çerçevesini düşünerek bu


pasajı yorumladığımızda sanının duyu verileriyle elde edilen algılar vasıtasıyla
varılan bir sonuç olduğunu çıkarsayabiliriz. Çünkü duyu verisi tek başına bir şey
ifade etmemektedir. Oysa sanının ya da herhangi bir ifadenin belli zihinsel süreçler
sonucunda ortaya çıkması gerekir. Fakat Platon bize doksa ile ilgili olan bu zihin
süreçlerinin nasıl işlediği konusunda yeterince aydınlatıcı şeyler söylememektedir.
Bu konuda onu anlayışla karşılamak gerekebilir, zira o çağdaşları tarafından
bilindiğini düşündüğü bir mesele üzerinde durmaktansa onlara anlatmaya çabaladığı
yeni meselelere yer vermeyi tercih etmiş olabilir.
“Yalnız bu başkalarıyla ve yüzyüze değil de, kendi kendine ve sessizce olur”
şeklindeki ifadesinden ise yöntemle alakalı bir sonuca varmak mümkün
görünmektedir. Şöyle ki, Sokratik Çürütme’nin sanılarla ilgili olduğu ve bu
yöntemin de temelde bir sınama olduğu yukarıdaki bölümlerde dile getirilmişti.
Kişinin duyu verileri ve daha sonra da algılar ile vardığı sonuçlar sınanması gereken
şeylerdir. Sınama ise Platon’un eserlerinde de gördüğümüz üzere karşılıklı konuşma
ile mümkündür. Dolayısıyla buradaki ifadenin Sokratik Çürütme yönteminin
sanılarla edinilen yargıları sınamayı amaçladığı tespitini dolaylı olarak
çağrıştırdığı söylenebilir.
Sanı ile ilgili olarak yöntem konusu çerçevesinde söylenebilecek bir başka şey
ise Platon’un bize önerdiği Bölümleme ve Toplama gibi yöntemleri sanı (doksa)

275
Platon, Theaitetos, 189-e, 190-a, Çev. Macit Gökberk, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1999.

101
seviyesindeki bir zihnin uygulayamayacak oluşudur. Çünkü bu yöntemler idealar ile
ilgili yöntemlerdir. Oysa sanı (doksa) seviyesindeki bir zihin için idealar henüz
kavranması ve üzerine çalışılması pek mümkün olmayan şeylerdir.

Eklenebilecek bir başka şey ise Aristoteles hakkındadır. Yukarıdaki


bölümlerden anlaşılabileceği üzere Aristoteles, hernekadar farklı açıklama
modellerine varmış olsa da, bilginin taşıması gereken nitelikler hakkında Platon ile
paralel düşüncelere sahiptir. Bunun yanısıra Platon’un, son dönem diyaloglarında
karşımıza çıkan Bölümleme ve Toplama yöntemleri ile özellikle “cins” ve “tür”
kavramları üzerinden Aristoteles felsefesini etkilemiş olduğu da bir gerçektir.

Son olarak bu çaşılmanın sonucunun aslında kendisi olduğu söylenebilir. Şöyle


ki buradaki temel amaç, yöntem sorunu üzerinden Platon’u biraz daha yakından
tanımaya çalışarak düşüncesine bir adım daha yaklaşmak ve bununla bağlantısı
içerisinde felsefe problemleri arasındaki bağlantıları kavrayabilmekti. Dolayısıyla
Platon’u kavramak konusunda birçok noktada yetersiz kalınmasına rağmen bu
çalışmanın tümünün sonucunun kendisi olduğunu ileri sürmek pek de yanlış olmasa
gerek.

102
Kaynakça:

Aristoteles: Birinci Çözümlemeler, Çev. Ali Houshiary, Haz. Saffet


Babür, Ankara, Dost Kitabevi Yay., 1998.
Aristoteles: Fizik, Çev. Saffet Babür, 2. bs., İstanbul, Yapı Kredi Yay.,
2001.
Aristoteles: İkinci Çözümlemeler, Çev. Ali Houshiary, Ed. E. Efe
Çakmak, İstanbul, Yapı Kredi Yay., 2005.
Aristoteles: Kategoriler, Çev. Saffet Babür, 2. bs. Ankara, İmge Kitabevi,
2002.
Aristoteles: Metafizik, Çev. Ahmet Arslan, 2. bs. İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 1996.
Aristoteles: Topikler, Çev. Hamdi Ragıp Atademir, İstanbul, Hamlet
Yay., 2000.
Aristoteles: Yorum Üzerine, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge
Kitabevi, 2002.
Aristotle: Topica, Trans. E. S. Forster, Ed. Jeffrey Henderson, London,
Loeb Classical Library, Harvard University Press, 2004.
Bıçak, Ayhan: Felsefe ve Tarih, İstanbul, Dergah Yay., 2004.
Bluck, R. S.: “Platonik Formlar Duyusal Nesnelerden Niçin ‘Ayrıldı’?”,
Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed. Ahmet
Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1.
Brumbaugh, R. S.: Plato For The Modern Age, New York, Collier Books,
1964.
Burnet, John: Greek Philosophy Thales to Plato, London, Macmillan And
Co., Limited, 1950.
Canevi, Pınar: “Önsöz”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve Ed.
Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1.
Capelle, Wilhelm: Sokrates’ten Önce Felsefe, Çev. Oğuz Özügül, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 1994, Cilt 1.
Capelle, Wilhelm: Sokrates’ten Önce Felsefe, Çev. Oğuz Özügül, İstanbul,
Kabalcı Yayınevi, 1995, Cilt 2.
Cevizci, Ahmet: Platon’un Devlet’teki Bölünmüş Çizgi Analojisi, Ankara,
Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Araştırma Dergisi
Cilt 15’den Ayrı Basım, 1994.
Conford, F. M.: Plato and Parmenides, London, Routledge and Kegan Paul,
1958.
Conford, F. M.: Platon’un Bilgi Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Ankara,
Gündoğan Yay., 1989.
Copleston, F. C: A History of Philosophy (Greece and Rome), New York,
Images Books Doubleday, 1993, Volmue 1.
Demos, Raphael: “Formlar ve Şeyler”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar,
Çev. ve Ed. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989,
Cilt 1.
Denkel, Arda: İlkçağ’da Doğa Felsefeleri, İstanbul, Doruk Yay., 2003.

103
Dumitriu, Anton: History of Logic, Trans. Duiliu Zamfirescu-Dinu
Giurcaneanu-Doina Doneaud, England, Abacus Press, 1977,
Volume 1.
Eren, Hasan v.d.: Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988.
Eyuboğlu, İsmet Zeki: Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, 4. bs., İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2004.
Ferguson, A. S.: “Plato’s Simile Of Light Part-2. The Allegory Of Cave
(Continued)”, The Classical Quarterly, Volume 16, No. 1,
Jan., 1922.
Ferguson, A. S.: “Plato’s Simile Of Light Part-1”, The Classical Quarterly,
Volume 15, No. 3/4, July.,-Oct., 1921.
Fine, Gail: Plato On Knowledge and Forms, New York, Oxford
Univertisty Press, 2003.
Gentzler, Jyl: Method in Ancient Greek, Ed. Jyl Gentzler, New York,
Oxford University Press, 2001.
Guthrie, W. K. C.: A History of Greek Philosophy, England, Cambridge
University Press, 1992, Volume 1.
Guthrie, W. K. C.: A History of Greek Philosophy, England, Cambridge
University Press, 1996, Volume 2.
Guthrie, W. K. C.: A History of Greek Philosophy, England, Cambridge
University Press, 1993, Volume 3.
Guthrie, W. K. C.: A History of Greek Philosophy, England, Cambridge
University Press, 1975, Volume 4.
Guthrie, W. K. C.: A History of Greek Philosophy, England, Cambridge
University Press, 1978, Volume 5.
Hackforth, R.: “Plato’s Divided Line And Dialectic”, The Classical
Quarterly, Volume 36, NO. 1/2, Jan.–Apr., 1942.
Hamlyn, D. W.: “Eikasia In Plato’s Republic”, The Philosopical Quarterly,
Volume 8, No. 30, Jan., 1958.
Hardie, W. F. R.: A Study In Plato, England, Oxford University Press, 1936.
Heimsoeth, Heinz: Felsefenin Temel Disiplinleri, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu,
İstanbul, Remzi Kitbevi, 1993.
Herakleitos: Fragmanlar, Çev. Cengiz Çakmak, Ed. Çiğdem Dürüşken,
İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2005.
Jaeger, Werner: Paideia, Trans. Gilbert Highet, 2. bs., New York, Oxford
University Press, 1973, Volume 1.
Jaeger, Werner: Paideia, Trans. Gilbert Highet, New York, Oxford University
Press, 1986, Volume 2.
Kranz, Walter: Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, 2. bs., İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 1994.
Lutoslawski, W.: The Origin and Growth of Plato’s Logic, London, New
York and Bombay, Longmans Green and Co., 1905.
Nietzsche, Friedrich: Yunanlılar’ın Trajik Çağında Felsefe, Çev. Nusret Hızır,
İstanbul, Bilim Felsefe Sanat Yay., 1985.
Notopoulos, J. A.: “The Meaning Of Eikasia In The Divided Line Of Plato’s
Republic”, Harvard Studies In Classical Philology, Volume
44, 1933.

104
Paton, H. J.: “In Defence Of Reason”, Plato’s Theory Of Εικασία,
London, Hutchinson’s University Library, 1951.
Plato: Epistle VII, Trans. R. G. Bury, Ed. Jeffrey Henderson,
London, Loeb Classical Library, Harvard University Press,
2005.
Plato: Philebus, Trans. Harold N. Fowler, Ed. Jeffrey Henderson,
London, Loeb Classical Library, Harvard University Press,
2001.
Plato: Philebus, Trans. Benjamin Jowett, A Pen State Electronic
Classics Series Publication, 2002.
Plato: Republic, Trans. Paul Shorey, Ed. Jeffrey Henderson,
London, Loeb Classical Library, Harvard University Press,
2006.
Platon: Devlet, Çev. Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz, 2. bs.,
İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2000.
Platon: Devlet Adamı, Çev. Behice Boran ve Mehmet Karasan,
İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2001.
Platon: Euthydemos, Çev. Halil Vehbi Eralp, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2000.
Platon: Euthyphron, Çev. Pertev Naili Boratav, İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 2000.
Platon: İon, Çev. Tacettin Ünlü, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1998.
Platon: Kharmides, Çev. Tanju Gökçöl, Diyaloglar 2, 4. bs.,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
Platon: Kratylos, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1, 5. bs.,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
Platon: Lakhes, Çev. Tanju Gölçöl, Diyaloglar 2, 4. bs., İstanbul,
Remzi Kitabevi, 1999.
Platon: Menon, Çev. Adnan Cemgil, Diyaloglar 1, 5. bs., İstanbul,
Remzi Kitabevi, 1998.
Platon: Parmenides, Çev. Saffet Babür, 2. bs., Ankara, İmge
Kitabevi, 1996.
Platon: Phaidon, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin,
İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2001.
Platon: Phaidros, Çev. Hamdi Akverdi, İstanbul, M.E.B. Yay., 1997.
Platon: Protagoras, Çev. Tanju Gökçöl, Diyaloglar 2, 4. bs.,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
Platon: Sofist, Çev. Ömer Naci Soykan, Diyaloglar 2, 4. bs.,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
Platon: Sokrates’in Savunması, Çev. Teoman Aktürel, Diyaloglar 1,
5. bs., İstanbul, Remzi Kitabevi, 1998.
Platon: Şölen, Çev. Cenap Karakaya, İstanbul, Sosyal Yayınlar, 2000.
Platon: Theaitetos, Çev. Macit Gökberk, Diyaloglar 2, 4. bs.,
İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999.
Raven, J. E.: “Sun, Divided Line, And Cave”, The Classical Quarterly,
New Series, Volume 3, No. 1/2, Jan.-Apr., 1953.

105
Robinson, Richard: Plato’s Earlier Dialectic, 2. bs., London, Oxford University
Press, 1953.
Robinson, Denniston: “Platon”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar, Çev. ve
Ed. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989, Cilt 1.
Scolnicov, Samuel: Plato’s Parmenides, London, University of California Press,
2003.
Sichel, Betty A.: “Plato’s Divided Line And Piaget: A Response To Kieran
Egan”, Curriculum Inquiry, Volume 12, No. 3, Autumn,
1982.
Soykan, Ö. Naci: Metin Okuma Platon: Sofist, İstanbul, Ara Yayıncılık, 1991.
Sze, Corinne Praus: “Eikasia and Pistis in Plato’s Cave Allegory”, The Classical
Quarterly, New Series, Volume 27, No. 1, 1977.
Tanner, R. G.: “∆ιάνοια And Plato’s Cave”, The Classical Quarterly, New
Series, Volume 20, No. 1 May, 1971.
Taran, Leonardo: “Platonism and Socratic Ignorance”, Platonic Investigations,
Ed. Dominic J. O’Meara, Washington, The Catholic
University Press, 1985.
Taylor, A. E.: Plato, London, Archibald Constable & CO Ltd, 1908.
Terence, Irwin: Plato’s Ethics, New York, Oxford University Press, 1995.
Thomson, George: İlk Filozoflar, Çev. Mehmet H. Doğan, 2. bs., İstanbul,
Payel Yayınevi, 1997.
Tricot, J.: “Dipnotlar”, Aristoteles, Metafizik, Çev. Ahmet Arslan, 2.
bs. İstanbul, Sosyal Yayınlar, 1996.
Vernant, Jean-Pierre: Eski Yunan’da Söylen ve Toplum, Çev. Mehmet Emin
Özcan, Ankara, İmge Kitabevi, 1996.
Weber, Alfred: Felsefe Tarihi, Çev. Vehbi Eralp, 5. bs., İstanbul, Sosyal
Yayınlar, 1998.
Wedberg, Anders: “İdealar Kuramı”, Platon Felsefesi Üstüne Araştırmalar,
Çev. ve Ed. Ahmet Cevizci, Ankara, Gündoğan Yay., 1989,
Cilt 1.
Yenişehirlioğlu, Ş.: Felsefe Diyalektik Bilgi Kuramı, Ankara, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., 1982.
Zeller, Eduard: Grek Felsefesi Tarihi, Çev. Ahmet Aydoğan, İstanbul, İz
Yayıncılık, 2001.

106

También podría gustarte