Está en la página 1de 6

ATATÜRK'ÜN MUSIKİ ANLAYIŞI

"Efendiler!. Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz,


fakat sanatkâr olamazsınız hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim..."

Bu, ATATÜRK'ün sanata ve sanatkâra karşı büyük sevgisini gösteren sözlerinden biridir.

Büyük ATATÜRK'ün sanatı ve sanatkârı onurlandıran daha pek çok sözleri vardır.

"Sanatkâr toplum içinde, uzun çaba ve çalışmalar vermekte, alnında ışıklı sevinci ilk
hisseden insandır."

"Bir millet sanatdan ve sanatkârdan yoksunsa, tam bir hayata mâlik olamaz."

Büyük ATATÜRK, milli kültürün önemli bir parçası olan sanata çok değer verilmesi
gerektiğini bildiği için, sanatkârı temelli teşvik ve takdir etmiştir.

"Türk milletinin yücelmesinde, başlıca hareket unsuru olan milli kültür ve sanatın
gelişmesi" ATATÜRK'ün başlıca isteğiydi.

ATATÜRK bu konudaki çeşitli konuşmalarında, hep Türk milletinin ve dolayısıyla Türk


sanatının, milletin hayatındaki önemine işaret etmiş, Türk sanatının ileri hamlelerle,
çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması gerektiğini vurgulamıştır.

ATATÜRK, Türk milletinin varlığına yönelik bütün değişikliklerin milli ve medenî temellere
dayanmasını istiyordu.

Sanatta ve kültürde köklü bir geçmişe sahip olan Türk milletinin lâyık olduğu seviyeye
ulaşması, onun temel emeli ve ideali olmuştur.

ATATÜRK, milletin hayatında gerçekleştirilmesi gereken bütün değişikliklerin zorlama ile


olmayacağını, alıştırıcı ve inandırıcı bir tutumla oluşturulması gerektiğine inandığı için,
özellikle Türk musıkisinde bu sistemin uygulanmasını gerekli görmüştür.

ATATÜRK'ün emirleriyle kurulan Cumhurbaşkanlığı orkestrasının bir konserinden sonra,


ATATÜRK şöyle söylemiştir:

"Halkın da musıki ihtiyacını düşünmek gerekir. Halkın musıki zevkinin gelişmesi için bu
musıkiye (batı musıkisine) alışması ve bu musıkiden hoşlanması için, köklü bir musıki
eğitimine ihtiyaç vardır."

Nitekim, Devlet konservatuarının temeli olan musıki muallim mektebinin (1925) büyük
ATATÜRK'ün bu işareti üzerine gerçekleştirilmiştir. Musıki muallim mekteplerinin amacı
sanatçıdan çok orta öğretim için öğretmen yetiştirmekti. İkinci adım, bir milli musıki ve
temsil akademisinin kurulmasıydı. ATATÜRK, musıkinin sadece nazarî (didaktik) bir uğraşı
olarak değil, pratik ve uygulayıcı bir sistemle geliştirilmesini vurgulamış oluyordu.

Kurulan musıki muallim mektebinin sanatkârdan çok, öğretmen yetiştirmek amacına


yönelik olması, genç öğretmenler mârifetiyle, memleket sathında bir musıki eğitiminin
gerçekleştirilmesini sağlamaktı. Büyük ATATÜRK: "Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk
milletinin tarihî bir niteliğinin de, güzel sanatları sevmek ve bu sahada yükselmek
olduğunu" söylerken, Türk milletinin yüksek karakterine ve çalışkanlığına, milli birlik ve
parlak zekâsına bilgiye bağlılığına ve yürek bütünlüğüne güvenini belirtiyor, milletin bu
niteliğini her çeşit vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirilmesinin milli ülkümüz olduğunu
ve bugünkü dünya içinde, tam anlamıyla medeni bir toplum içinde, yer alması gerektiğine
önemle işaret etmiş oluyordu.

ATATÜRK, her konudaki düşüncelerini berrak bir akışla ifade etmiştir. ATATÜRK, elbette
bir musıkici değildi, fakat derin bir musıki anlayışına ve zevk üstünlüğüne sahipti. Şu
sözleri bunu anlatmaktadır:

"Bir çok defa bu musıkinin (Türk musıkisinin) tam haysiyetini bulamıyoruz. İşte bu
dinlediğimiz musıki hakiki bir Türk musıkisidir ve hiç şüphesiz yüksek bir medeniyetin
musıkisidir. Bu musıkiyi dünyanın anlaması lâzımdır. Onu bütün dünyaya anlatabilmek
için, bizim milletçe bugünkü medeni dünyanın seviyesine yükselmemiz gerekir."

ATATÜRK, musıkimizi bütün dünyaya anlatabilmek için, milletçe medeni dünyanın


seviyesine yükselmemiz gerektiğine işaret ederken, bizim için, tarihin karanlıklarında ve
derinliklerinde kalmış, zengin bir musıki kültürünün gerçek değerlerini meydana
çıkarmak, özellikle musıki şuuru, duygusu ve bilgisini, aynı kuvvet ve heyecanla, yeni
nesillere aktarmanın gereğine işaret etmek istemişlerdir. Eski ve köklü bir geçmişe sahip
millet olarak, kültürde olduğu kadar milli ve toplumsal hayatımız için de, önemli olan
musıkinin, bizde alaturka- alafranga meselesi, olmakta devam etmesindeki kısır
çekişmeleri de ATATÜRK; 1 Kasım 1934 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, meclis
kürsüsünden söylediği şu sözlerle ülküleştirmiştir.

"Arkadaşlar! Güzel sanatların hepsinde ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi


biliyorum. Bu yapılmaktadır. Ancak bana kalırsa bunda çabuk, en önde götürülmesi
gerekli olan Türk musıkisidir. Bir ulusun yeni değişikliğine ölçü, musıkide değişikliği
alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletilmeğe yeltenilen musıki, yüz ağartacak
değerde olmaktan uzaktır, bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusun ince duygularını düşüncelerini
anlatan, yüksek deyişlerini, söyleyişlerini toplamak, onları genel musıki kurallarına göre
işlemek gerekir, ancak Türk ulusal musıkisi böyle yükselebilir, evrensel musıki de yerini
alabilir. Kültür işleri bakanlığının buna değerince önem vermesini, kanunun ona yardımcı
olmasını dilerim."

Büyük ATATÜRK, yıllar önce söylediği bu sözleriyle, Türk musıkisi politikasının sağlam
temeller üstünde geliştirilmesinde, temel ilkeyi tespit ediyor, Türk milletinin güçlü bir
musıki potansiyeline sahip olduğunu bilerek, bu musıkinin layık olduğu biçimde, çağdaş
medeniyet kurallarına göre geliştirilmesini istiyor, Türk gençliğine ve sanatına yeni ve
ışıklı ufuklar açıyordu.
ATATÜRK, bütün memleket işlerinde olduğu gibi, kültür ve sanat varlığımızda da, dünya
ölçüsünde bir yeniliğe ve başarıya ulaşmanın böyle mümkün olabileceğini, musıkide milli
olabilmenin dayandığı temel unsurlardan biri olan folklor değerlerinden faydalanmanın
önemini de belirtmiş oluyordu. Nitekim bir başka zaman da şöyle söylemiştir:" Bizim
musıkimiz Anadolu halkından işlenebilir."

ATATÜRK, bu sözleriyle de, memleketin Milli Kültür hazinesi olan halk musıkisini
araştırılarak, ilmî esaslar ve metodlarla kültür canlılıklarıyla ortaya konulmasını
vurgulamış oluyordu.

ATATÜRK Türk musıkisine alaturka damgasını vuranlardan değildi, hele Arap, Fars ve
Bizans musıkilerinden etkilenmiş olduğu görüşünü asla tasvip etmemiştir.

Alaturka, her ne kadar, Türk'e mahsus, Türkvâri gibi bir anlama geliyorsa da, bunu tezyif
yollu kullanmayı âdet edinenler vardır. Başı bozukluk, gerilik, uyuşukluk gibi anlamlarda
kullanılmak istenmektedir. Gerçekde Türk musıkisinin, bu anlayışla vasıflandırılması son
derece âmiyâne bir yakıştırmadır.
ATATÜRK'e ait olduğu söylenen bazı sözler, yanlış aktarılmış, ya da naklederler, işlerine
geldiği gibi yorumlamışlardır. Bunlardan biri şudur: "Esas müzik batı müziğidir, ulusumuz
için de bu müziği normal görmeliyiz."

Türk musıkisini sevmeyenler, daha doğrusu bilmeyenler, musıkimizi temelli hor


görmüşlerdir. Onlara göre, alaturka musıki; Bizans, Arap ve Fars musıkilerinin etkisinde
kalmıştır. Tek sesli olması dolayısıyla de iptidâidir. Daha da ileri giderek: "Kozmopolit ve
egzotik, melankolik bir havası vardır, onun için bu musıkiyi kaldırıp atmalı, batı müziğini
almalıdır."

ATATÜRK'e mal edilen bu sözler, nakledenlerin yorumladıkları şekilde ise, aynı konularda
belgeleşmiş sözleri de vardır ki, tam bir çelişki meydana geliyor demektir. ATATÜRK, gibi
bir insan, böyle bir çelişkiye düşmezdi. Şu halde bu sözler, ya noksan, ya da yanlış
aksettirilmiş ya da ATATÜRK bunları başka maksatla söylemiştir.

Bâzı müfrit muhafazakârlar da ATATÜRK'ün batı musıkisini sevmediğini, dinlemekten


hoşlanmadığını ileri sürmüşlerdir. Her ikisi de doğru değildir. ATATÜRK, hiçbir zaman Türk
musıkisini tezyif yollu, yerme ve kötülemede bulunmamış, tersine; "Yüksek bir
medeniyetin musıkisi olduğunu." söylemiştir.

ATATÜRK: "Bir ulusal eğitim programından söz ederken, yabancı düşüncelerden, doğudan
ve batıdan gelebilen bütün etkilerden arınmış, ulusal birliğimize, gelenek ve tarihimize
uygun bir kültür kasdediyorum, herhangi bir yabancı kültür, şimdiye kadar takibedilen
yabancı kültürlerin bozucu sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür, ortamla uyumlu olmalıdır.
Bu ortam ulusun öz benliğidir." diyor. (Temmuz 1924)

Böyle söyleyen ATATÜRK, doğrudan doğruya: "Bizim için esas müzik batı müziğidir, bu
müziği ulusumuz için normal görmeliyiz." sözünü yorumlayan biçimde söylenmiş olabilir
mi?

ATATÜRK, Türk musıkisinin en iyi şartlarla korunmasını ve geliştirilmesini istiyor, batı


musıkisini de seviyor ve hoşlanarak dinliyordu.

Halkı çoksesli musıkiye alıştırmada eğitici bir yol tutulmasını, batıya yönelik çalışmalarda,
çağdaş milletler seviyesine ulaşma safhalarında, musıki ürünlerinin önemli yeri olduğunu
takdir ederek, milli bütünlüğümüzü belirten, kültür değerlerimizi ve geleneklerimizi göz
önünde tutarak, milli ve evrensel literatürden de faydalanarak, Türk musıkisinin kudretini
batı dünyasına tanıtmak ve göstermek gerektiğine inanıyordu. Bu, Türk duygusunu ve
milli heyecanını batı ölçüleri ve tekniği içinde işleyerek, bütün dünyaya tanıtmak
demektir.

Atatürk ve Türk Folkloru

Mustafa Kemal Atatürk, sadece, büyük bir asker ya da büyük bir devlet adamı değildi...

O, gerçek bir dahi idi ve her konuda engin bilgilere sahip, müstesna bir kişiliğe sahipti...

Askerî zaferlerin kazanılıp, ülke kurtarıldıktan sonra, yeni bir Türkiye Devleti kurulurken,
milletimize de, yöneticilere de en doğru olanı gösterdi.

Daha Sofya'da askerî ateşe iken inceleyip özümsemiş olduğu kooperatifçilik sisteminin
Türkiye'de de uygulanmasını sağladı. 1936 yılında kurdurup, 1 numaralı ortağı olduğu
Silifke Tekir Çiftliği Tarım Kredi Kooperatifi, vatan sathına yayıldı ve bugün, Türk köylüsü,
çiftçisi için çok önemli kurum haline geldi.
O aynı zamanda büyük bir ekonomistti...

Dilciydi, tarihçiydi ve her alanda uzman bir bilgindi...

Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarının kuruşunu sağladı. Amacı, dilimizin, yabancı dillerin
boyunduruğundan kurtarılmasıydı... Ve tarihimizin doğru olarak yazılmasını istiyordu...

Yüce Önder, Türk Halk Kültürünün zenginliğini biliyor ve bu zengin kültürün, yani
folklorumuzun derlenmesini, belgelenmesini ve bundan yararlanılmasını istiyordu.

"Modern Türkiye Devleti henüz kuruluş aşamasında ve canhıraş bir var olma mücadelesi
içinde iken, 1920 yılında folklor ile ilgili çalışmaların önemini müdrik olarak Maarif
Vekaletine bağlı bir hars dairesi kurarak ve bu vasıta ile öncelikle öğretmenlerle ilişkiye
girişilerek yurdun dört bucağından Türk Folklor ürünlerinin tesbit edilmesi ve derlenip
kaydedilmesi çalışmalarına başlar. Bu faaliyet, 1924 yılına kadar çeşitli dergilerde yer
alan yol gösterici, öğretici ve alanı tanıtıcı yazılarla teşvik edilir; genç aydınlar arasında
Türk Halkbilimi araştırmalarına ilgi uyandırılmasına gayret gösterilir."

1924 yılında, İstanbul Üniversitesi bünyesinde bir "Türkiyat Enstitisü" kuruldu. Hocaların
Hocası M. Fuad Köprülü burada, halkbilim dersleri vermeye başladı. Denilebilir ki,
akademik seviyede ilk halkbilimciler burada yetişti.

Yine aynı yıl Ankara'da açılan Musiki Muallim Mektebi, Türk Halk Türkülerini derlemeye
başladı ve bunları arşivledi.

1925 yılında Ankara'da kurulan Etnografya Müzesi, derlenen Türk el sanatları ürünlerini
teşhir etmeye başladı ve bu müze giderek zengin bir folklor müzesi haline geldi.

1927 yılında, Türk Halk Kültürüne gönül verenler tarafından Anadolu Halk Bilgisi Derneği
kuruldu. Bir yol sonra derneğin adı Türk Halk Bilgisi Derneği şekline dönüştürüldü. Bu
dernek, "Halk Bilgisi Mecmuası"nın yayını başlatırken, bir de "Halk Bilgisi Toplayıcılarına
Rehber" adıyla bir klavuz kitap yayımladı. Anılan dergiyi tek sayı yayımlayan dernek, bir
yıl aradan sonra "Halk Bilgisi Haberleri" adıyla başka bir derginin yayının başlattı. Bu
dergi derneğin kapandığı 1932 yılına kadar 124 sayı yayımlandı. O arada konferanslar
verildi ve kitap yayınları yapıldı.

1955 yılında Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü ve o dönemin 11 Üniversite Hocası, "Türk
Halk Sanatlarını ve An'anelerini Tetkik Cemiyeti" adıyla bir dernek kurdular. Bu dernek
bugüne kadar faaliyetlerini sürdürmüş olup, zaman içerisinde adı, "Folklor Araştırmaları
Kurumu"na dönüşmüştür.

1964 yılında kurulan "Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği", geniş bir kamuoyu
oluşturarak, Kültür Bakanlığı bünyesinde, 1966 yılında "Millî Folklor Araştırma
Enstitüsü"nün kuruluşunu sağladı. Bu oluşumu sağlayanların çoğu, Folklor Araştırma
Kurumu'nun üyesiydi. Nitekim, Enstitü'nün ilk Müdürü Cahit Öztelli, bu Kurumun da
Yönetim Kurulunda görev almış, değerli bir halkbilim uzmanıydı. Sonraki yıllarda, adı, Millî
Folklor Araştırma Dairesi, Halk Kültürünü Araştırma Dairesi ve nihayet Halk Kültürlerini
Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü (MİFAD-HAKAD-HAGEM) şekline dönüşen bu
birim, bugüne kadar, Türk Halk Kültürü bakımından, çok büyük başarılara imza atmıştır.

1932 yılında kurulan HALKEVLERİ'nin, Folklor çalışmalarının bugünkü başarılı düzeye


ulaşmasında büyük rolü olmuştur. Halkevleri bünyesinde çok çeşitli derleme çalışmaları
gerçekleştirilmiş ve bunlar, elliyi aşan Halkevleri Dergilerinde yayımlanarak, çok değerli
ve zengin bir külliyat ortaya konulmuştur. Bu evlerde, halk oyunları, halk musikisi,
gelenek ve görenek bakımından yapılan çalışmalar, günümüzde de aşılabilmiş değildir.
Atatürk döneminde, Türk Halkbilimi çalışması yapan birçok uzman ve bilim adamı, ortaya
çok değerli eserler koymuşlardır. Bunlardan, kayda değer bazı isimler şunlardır: İbrahim
Aslanoğlu, Hikmet Dizdaroğlu, Eflatun Cem Güney, Cahit Öztelli, Ahmet Kutsi Tecer,
Veysel Arseven, Sadi Yaver Ataman, Ferruh Arsunar, Şerif Baykurt, Mahmut Ragıp
Gazimihal, Vahit Lütfi Salcı, Adnan Saygun, Cemil Demirsipahi, Gültekin Oransay, Ruhu
Su, Muammer Sun, Muzaffer Sarısözen, Halil Bedii yönetken, Malik Aksel, Bedri Rahmi
Eyüboğlu, Turgut Zaim, A. Sühely Ünver, Ferruh Dinçer, Vehbi Cem Aşkun, Osman
Bayatlı, Mehmet Halit Bayrı, Ahmet Caferoğlu, Yusuf Ziya Demircioğlu, Ziyaeddin Fahri
Fındıkoğlu, Kemal Güngör, İhsan Hınçer, Abdülkadir İnan, Hamit Zübeyr Koşay, Mehmet
Önder, M. Adil Özder, Nurettin Sevin, M. Şakir Ülkütaşır, Ali Rıza Yalgın, Bilal Aziz
Yanıkoğlu.

Atatürk'ün sağlığında başlatılan çalışmalar, O'nun ölümünden sonra da devam etmiştir.

O arada, kimi yabancılar da Türk Halkbilimiyle ilgilenmişler ve bizim açımızdan onur verici
tesbitlerde ve yayınlarda bulunmuşlardır.

Macarlar'ın ünlü etnomüzikoloğu Bela Bartok, bunlardan biridir. 1930'lu yıllarda ülkemize
gelen Bartok, Ahmet Adnan Saygun ile birlikte ülkemizi gezip, dolaşmış ve derlemelerde
bulunmuştur. Sonraları, Bartok'un yaptığı evrensel bestelerde, Türk Halk Musikisi
motiflerinden yararlanmış olduğu bilinmektedir.

Türk Halk Musikisinin zenginliğini görüp, değerlendiren bir de Alman Karı-Koca vardır:
Kurt ve Ursula Reinhard. Bu ikilinin Türkiye'de yaptıkları derlemeler, daha sonra Long-
Play'ler halinde Almanya'da yayımlanmıştır.

Halk ozanlarının, toplum üzerindeki etkileri bilinmektedir. Esasen, tarih içerisinde de bu


halk sanatçılarının önemli işlevleri görülmüştür. Hatta, padişahların fetih seferlerinde,
yanlarında halk ozanı götürmüş olduğu da bilinen tarihî gerçeklerdendir. Zira halk ozanı,
askere moral ve güç vermiştir.

Ne var ki, bir dönem, halk ozanlığı geleneğinde gerileme olmuştur. Ahmet Kutsi Tecer'in,
Sivas'ta Millî Eğitim Müdürlüğü yaptığı dönemde, bu ilimizde düzenlemiş olduğu "Âşıklar
Bayramı" geleneğin yaşatılmasında bir dönüm noktası sayılmaktadır. Zira bundan sonra,
yurdumuzun her yanında âşık şölenleri düzenlenmiş ve ozan sayısı artmıştır.

Halk oyunlarımızın zenginliği ise, bütün dünyanın takdir ettiği husustur. Halkevleri'nde
başlayan çalışmalar, kaybolmaya yüz tutan oyunlarımızın yaşatılmasını sağlamıştır.
Bugün, dünyanın her yerinde yapılan halk oyunları yarışmalarında, Türk Hal Oyunları
Toplulukları, en büyük başarıları elde etmektedirler.

Türk mutfağının zenginliğini de bütün dünya bilmektedir. Mutfağımız, Çin ve Fransız


mutfaklarıyla birlikte anılıyor ise de, bu iki mutfağın da üzerinde bir renkliliğe, çeşitliliğe
ve zenginliğe sahiptir.

ATATÜRK'ÜN SÖZLERİ

Yüce Önder, Türk Halk Kültürüyle ilgili olarak, çeşitli zamanlarda ve mekanlarda
görüşmelerini ifade etmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:

...Bir Milli Eğitim programından söz ederken, eski devrin hurafelerinden bize özgü
vasıflarımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı düşüncelerden, doğudan batından gelebilen
tüm etkilerden tamamen uzak millî ve tarihî seciyemizle uyumlu bir kültür kastediyorum.
Çünkü millî dehamızın gelişmesi ancak öyle bir kültür ile sağlanabilir. Herhangi bir ecnebi
kültürü, şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin zararlı sonuçlarını tekrar
ettirebilir. Kültür zeminle uyumludur. O zemin milletin seciyesidir. Efendiler! Yetişecek
çocuklarınıza ve gençlerinize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en önce ve her
şeyden önce Türkiye'nin istiklâline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan
bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.

(Ankara'da Maarif Kongresini açış konuşmasından, 16 Temmuz 1921)

...Aydınlarımız içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat genel olarak şu hatamız vardır ki,
inceleme ve araştırmalarımıza zemin olarak çoğu kez kendi yurdumuzu, kendi tarihimizi,
kendi geleneklerimizi, kendi özelliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Aydınlarımız belki
bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, faka kendimizi bilmeyiz!

(Konya Türk Ocağı'nda gençlere hitabından 20 Mart 1920)

...Milletimizin tarihini, ruhunu, geleneklerini, gerçek sağlam, dürüst bir görüşle


görmeliyiz. Şu gerçeği de açıkça söyleyeyim ki, hâlâ ve hâlâ aydınlarımızın gençlerle
arasında uyum sağlanmış değildir. Memleketi kurtarmak için bu iki zihniyet arasında
uyum meydana getirmek gerekmektedir. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak,
önce bizin kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı, duygu düşünce ve uygulamayla
bütün davranış ve hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki, millî benliğini bulmayan
milletler başka milletlerin avı olurlar.

(Konya'daki aynı konuşmadan)

...Zeybek dansı her toplumsal salonda, kadınla beraber oynanabilir ve oynanmalıdır.

(İzmir Kız Öğretmen Okulu'ndaki konuşmasından 14 Ekim 1925)

...Bizim hakiki musikimiz Anadolu halkında işitilebilir.

(Gazeteci emil Ludwig'in röportajından, 21-24 Mart 1930)

(Karagöz sanatını kastederek) Türk'ün canlı sinemasının sanatkârları bunlardır, onları


koruyun.

(Karagözcü İrfan Açıgöz'ün anısından 27-28 Eylül 1934)

...Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet
bulacaktır.

(Afet İnan'ın anılarından, 1959)

Sonuç Olarak;

Büyük Atatürk, her alanda olduğu gibi, folklor konusunda da, milletimize ışık tutmuş, yol
göstermiştir. Bugünün Türk Halkbilimcileri, Büyük Önder'den aldıkları ilhamla, yollarına
devam etmekte ve büyük işler başarmaktadır.

También podría gustarte