Documentos de Académico
Documentos de Profesional
Documentos de Cultura
Mustafa Durak
Mustafa Durak
Giriş:
Bu yazıda Naomi Klein’ın Nologo adlı kitabını temel alarak, reklamla, reklam
avcılığı ile ilgili düşünmeye çalışacağım Günümüzde kölelik biçim
değiştirmiştir. Artık çoktandır kölelik, ‘özgür gibi kölelik’e dönüştürülmüştür.
Bu, zincirsiz, sınırları kaldırılmış, kendi ülkemizde, kendi evimizde köleliktir.
Kendi yönlendirilmiş arzumuzla, kendi elimizle kendimize biçtiğimiz kimliktir.
Bunun Truva atları da Borsa, Bankalar, Borçlandırma, Kredi kartları, Medya ve
Reklamlar vb. dir. Sermayenin, dev şirketlerin yönetiminde ve, Vasıf
Öngören’in “Zengin Mutfağı” adlı oyunundaki aşçı Lütfü Usta kimliğinde
temsil edilen sermayesiz sermaye yandaşları desteğinde ulaştığı noktada
reklamların sıfırlanmasını düşünmek bile büyük bir ütopya olabilir. Ancak
“aşçı”ların gerçek kimliklerinin ayırdına varmaları halinde ütopyalıktan
çıkabilecek bir konudur bu. Düş dünyasından ve kültür içindeki yalana dayalı
anlatılardan, öğretilerden kendimizi kurtarmaya bakar…
Reklamlar:
Canlı varlığındaki kaosun nedenini ilişkilerde aramak gerek. İlişkilere
bakıldığında da sorunun altında ayni ‘şey’e birden fazla öznenin yönelmesinin
ve bu yöneliş nedeniyle uygulanan etkileme yöntemlerinin yattığını söylemek
bilgiçlik olmasa gerek. Nerede bir tartışma varsa, orada bir çıkar çatışması
olduğu muhakkaktır. Yani ya bir av, ya da bir leş, bir şey vardır ortada. Bu
‘şey’, son örneklerdeki kadar somut görünümde olabildiği gibi, önümüze soyut
kılıklarda sürülmüş de olabilir. En tehlikelisi de budur. Görünmeyen için kavga
etmek ya da ettirilmek. Bir gücün çekim alanına girdiğinizde artık oluşturulmuş
dalganın bir parçası olmaktan kurtaramazsınız kendinizi. Şu artık apaçık
anlaşılmıştır: İnsanoğlu ben merkezli davranış ve düşüncelerle kendi sonuna
doğru yol almaktadır. İnsanın doğal nesnelerden en önemli ayrılığı varlıksal
çekimin yanı sıra zihinsel çekim yaratabilmesidir. Dikkat edilirse yine de temel
ilke, Newton’un maddelerin çekim yasasına dayanmaktadır. Güçlü olan
güçsüzleri kendi yörüngesinde tutmaktadır. Ama evrendeki denge, ne yazık ki
insanın zihinsel çekim kuralında kollanmamaktadır. Bunun nedeni de
çekimdeki hız sabitesinde ya da değişkenliğinde aranmalıdır. Evren, kütlesel
çekim ile belirli bir denge oluştururken; insan, çekimlerinde bir dengesizlik, bir
yıkım oluşturmaktadır. Birinde yörünge işlerken, diğerinde hortum, hem gerçek
anlamıyla hem de mecaz anlamıyla işlemektedir. Bu nedenle bir sona doğru
dört nala yol alınmaktadır. Sorun, canlının değil paranın merkeze
alınmasındadır. Bu sorunun asıl açmazı, düğümü kendimizdedir. Yani
öznededir. Sorunu çözmeye her özne, önce kendinden başlamalıdır. Kendini
kurtarabilen başkalarına daha çok yardımcı olabilir. Sorunun görünür yüzü, en
temel göstergesi de günümüz kültürlerinin virüsü olan reklamlardır. Ancak
burada ‘reklam’ terimini çok genel anlamda ele almak gerekir. Zira böyle
bakılmadan, insanın, bu temel sorunu anlaşılmış olmaz. İlke olarak her söz alış
genelde ‘ben’ (‘benim onayladığım’) adına bir reklamdır. Reklam sözcüğü
Fransızca “reclamer” (= istemek) fiilinden gelir. Ama Fransızcada reklam
sözcüğünün karşılığı “publicité”dir. Bu sözcük, kökeni itibariyle “peuple”
(halk), ve onun sıfatı “publique” (halkla ilgili olan) sözcükleriyle ilintilidir.
Fransızcadaki karşılığıyla halklaştırılmış şeydir. İngilizcedeki karşılığı ise
“advertisement” duyurma, ilan etmedir. Her ikisini birleştirdiğimizde halka ilan
edilmiş şey anlamı çıkar. Bu bağlamda bir çağrışım olarak, ister istemez
konuyu, hükmedenlerin (padişahların, kralların) çıkarmış oldukları duyurularla,
bildirilerle birleştiriyorum. Böylece egemen yönetici güçlerin önemli iki
niteliğine geliyorum. Para basma ve duyuru çıkarma. Bu da her şeye sahiplik
ve karar hakkı demektir.
Bunu şunun için önemsiyorum: Ziraat işinde bir üretim söz konusu iken
pişirme işleminde bir dönüştürüm söz konusudur. Her ne kadar ikisi de emeğe
yönelik ise de ikisi arasındaki temel ayrım ortadadır. Üreten emek ve
dönüştüren emek. Her ikisini de ayni kefeye koymak çok temel açmazlara yol
açabilmektedir. Tüketim pazarı bu bağlamda insanları, temel ihtiyaçlar
çerçevesinde değil de bu temel ihtiyaçların dönüştürülmüş biçimleriyle, estetize
edilmiş biçimleriyle çıkar insanların karşısına. Ve bu noktada ikinci bir
saptırmaya gidilebilmektedir: Gereksinim saptırmasına. Çeşitli araçlarla
müşteri durumundaki insan, gereksinimlerinin bilinçliliğinden uzaklaştırılır.
Yapay gereksinimler, olma biçiminin gereksinimlerine dönüştürülür. Pazar
ekonomisi tek bir ürüne, sigara, alkol vb bağımlılığından, genel olarak tüketim
bağımlılığına evrilir. Tüketen açısından durum, tüketim ekonomisizliğine
dönüştürülür.
Bilgi saptırması:
Bilgi saptırması iki türlü işler. Birincisi, amaçlı yanlış bilgilerin yayılmasıyla.
İkincisi anlama ve yorumlama eksikliğinden kaynaklanan doğru olmayan
bilginin yayılmasıyla. İlki taktik nitelikli iken, ikincisinde insanın gerek ilgi
alanlarına, gerek en az çaba kuralına bağlı olarak, gerekse zihinseline bağlı
olarak algılama sorunları devrededir. Birincisi tekil boyutta sıradan bir
düşmanlık sonucu iken, tikel boyutta siyasal yönlendirme sonucu
olabilmektedir. Aslında bilginin, kitleler için taktik düzeyde kullanılması bir
insanlık suçudur. Ne yazık ki yasallığı olmayan bir suç. Olsa bile ya
kanıtlanamazlaştırılmıştır ya da kanıtlayabilseniz bile atı alan Üsküdar’ı çoktan
aşmıştır. -Aşma kavramı hemen suçlarda, hiçbir anlam veremediğim,
kullanmalık ‘zaman aşımı’ kavramını aklıma getiriyor-. Her şey güçlü olanın
iradesine bağlı işlemektedir. Örneğin Ermeni Soykırım savı. Bu, hem bilgi
saptırmasının, hem de yaratılan kavramsal saptırmanın tipik örneğidir. Bu
noktada bilginin, ilgiyle ilişkisinden söz edilebilir. Güç, ilgiye yanıt
vermektedir. Konu önce Avrupa ve Amerika’da belediyeler temelinde siyasal
güce ilgi konusu olarak sunulmuştur. Daha sonra genelleşerek genel siyasetin
ilgi konusu haline getirilmiştir. Ancak daha büyük siyasal güce yönelince
konunun Türkiye aleyhine bir diken, Demokles’in kılıcı haline getirilmeye
elverişliliği yani kullanılabilirliği, konuyu daha da cazip kılmıştır.
Şunu unutmamak gerek: Hiçbir ülke politikası etik kuralları dikkate almaz.
Gerektiğinde “etik” de, her türlü insani kavram da bir kullanmalık olarak, güç
siyasetinin bir kullanmalığı olarak işletilmiştir, işletilebilir. Bilgi saptırması ilgi
merkezini saptırmaya yöneliktir, kestirme bir anlatımla yönetim tekeli
kavramıyla bağlantılıdır.
Ama insan sağlığı için zararlı bir ürünün tüketilmesinin engellenmesi adına,
çabasını gereksiz tüketim karşıtlığı içinde değerlendiriyorum ve önemsiyorum.
Yine tüketiciyi korumayla ilgili ses getirmiş başka bir kitap: Stuart Chase ve
F.J. Schlink’e ait: Your Money’s Worth: A Study in the Waste of Consumer’s
Dolar; (Paranızın Değeri: Tüketici Parasının Boşa Gitmesi Üzerine Bir
Deneme); Newyork; McMillan Company;1927. Bu iki kitabı tüketiciyi
bilinçlendirme konusunda önemli bulduğum için buraya aldım. İlkinin tarihini
görece eski bulduğum için, ikincisini ise tüketici üzerinde çok büyük etkisi olan
bir yazarın (Schlink’in) da bu kitapta payı olduğu için ve belki de reklam
konusunu tüketici açısından ilk ele alan kitap olduğu için. Belirtmeliyim:
Schlink, Standartlar Ulusal Bürosunda ve Standartlar Komitesi’nde görev
yapmış bir makine mühendisi ve fizikçi.
Otuzlu yılların başında Ballyhoo adlı bir dergi dikkat çekici. Bu, günümüzdeki
(Reklam-avcıları (adbusters)) ayarı bir dergi. 1931’de 1.5 milyonun üzerinde
tiraja ulaşmış.
Daha sonra ilk reklam eleştirilerini içeren F.J.Schlink ve Arthur Kallet; “Yüz
Milyon Kobay: Günlük Tüketilen Gıdalarda, İlaçlarda ve Kozmetik
Ürünlerindeki Tehlikeler”; 1933.
Reklam karşıtı etkinlikler öylesine etkili oluyor ki 1934’te reklamcılar kendi
kendileriyle alay etmeye başlamışlar (2).
Reklam avcıları:
Reklam avcıları; üretici şirketler için reklam şirketleri tarafından ortaya konan,
çıkar odaklı temsili araçların (reklamların), bilgi aktarımını değiştirmeye
yönelik edime katılan kişilerdir. Çıkış noktaları: ‘tek taraflı yani para gücünün
sunduğu bilgi akışı, edilginlik içinde kabul edilemez’, anlayışıdır. Reklam
avcılığı, “çokuluslu şirketleri onaylamadıklarını göstermenin mükemmel bir
aracı haline gelmiştir. Şirketlerin bilgi akışı üzerindeki kontrollerini ele alan
Noam Chomsky, Edward Herman, Mark Crispin Miller, Robert McChesney ve
Ben Bagdikian gibi medya kuramcılarından etkilenen reklam avcıları, şirket
kültürünü suya dayanıklı markörler ve bir kova dolusu tutkalla gerçek anlamda
bozarak, sokaklarda kuram geliştirmektedir” (7). Reklam avcılarının hassas
oldukları odak noktalar insan sağlığı, insanın sağlıklı, ekonomik tüketimi,
çevre, özgürlük kavramlarıdır. Reklamlar hem zihinsel alanları hem de gerçek
alanları işgal etmektedir. İlk öğretim okulları en azından dershane reklamlarıyla
doludur. Reklamlar tuvalete (Tuvaletlerde reklamlar 1997’de Kuzey Amerika
kampüslerinde görülmeye başlamış) varıncaya kadar her alana girmiş
durumdadır. Gerada, reklamların kamu alanları üzerinde bir işgal olduğunu ileri
sürer. Ancak televizyon, radyo reklamlarını da dikkate alırsak, özel
alanlarımızda da tam bir reklam bombardımanına maruz kalıyoruz, demektir.
Düşünmemize olanak kalmasın, isteniyor. Bu, saygısız alan işgalleri sanki eve,
radyo televizyon alındığında olmazsa olmaz bir ön sözleşme gibi işliyor.
Bebekler için ürünler üreten şirketler bir ünlü bayanın doğurmasını bekler
durumdadır. Bir bebeğin, bedeninin markalarla damgalanarak reklam alanı
haline getirildiğini gösteren bir eleştiri fotoğrafı, alan işgalinin zamanı ve
sınırları konusunda uyarıcıdır.
Alanların kuşatılmasına son!
* Jubal Brown, en büyük av saldırısı için görsel virüsü sadece bir markör
kullanarak yaymıştır. Reklamlardaki zaten avurtları çökük mankenlerin
başlarını kurukafaya dönüştürmüştür. 1 Nisan 1997’de onlarca insan kurukafa
görevine çıkmıştır. Onun sloganı: “Al, al, al! Öl, öl, öl!”dür (15).
Reklamın bir bilgilendirme olması gerekir. Reklam kendisini bir rekabet olgusu
ve büyüme zorunluluğu içinde bulursa bilgilendirmenin ne pahasına olursa
olsun ürüne yönlendirmeye, yani iknadan kandırmacaya evrileceği kesindir.
Tam bu noktada dengeleyici, ayar yapıcı güç olarak devletin devreye girmesi
gerekir. Ne yazık ki günümüzde bildiğimiz biçimiyle reklamın yasaklandığı
hiçbir devlet yoktur. Reklamın, bilgilendirmeden yönlendirmeye geçişini
engelleyemeyen devlet gücü, bugün şirketler karşısında güçsüz konuma
düşmüştür. Dev-leş-en şirketler, hükümetleri yönlendirir hale gelmiştir.
Toplumdaki tüm öznelerin dinamizmi o toplumun rengini verir. Bir düzenleyici
kurum, adaleti gerçekten tesis edebilecek güçte bir kurum olmadığında özneler
serbest bırakıldığında kendi aralarındaki denge, güçler etkileşimine bağlı olarak
dengesizliğe kolayca kayabilir.
avcılarına karşı dava açmak bir yana aksi bir görüş bildirmekten bile
kaçınmalarını getirmiştir. Zira kamuoyu onlar için asla kaybedilmemesi
gereken asal zemindir. Bu zeminin kayganlaşmasına neden olacak bir tutuma,
davranışa, açıklamaya girmek istememeleri normaldir. Pepsi karşıtı hazırlanan
“Dispepsi” albümü piyasaya çıktıktan sonra bir dergi, şirketin yöneticisine
şarkıyla ilgili düşüncesini sorduğunda “oldukça iyi” yanıtını almıştır. Yani
yönetici olumsuz bir şeyler söyleyerek, karşıtlara yeni bir fırsat vermekten
kaçınmıştır (20).
Şirketler için her şey bir kullanılmalıktır. Bu konuda çok esnektirler. (Kullan
at! İlkesini işletirler). Bunun en güzel örneği karşı reklamları, karşı reklamlarda
kullanılan kimi öğeleri kendi reklamlarında kullanabilmeleridir. Diesel Jeans,
“0 Marka” reklam dizisi ve Sprite’ın “Susuzluğunu Dinle” reklam kampanyası
bu tür örneklerdir…
Evet ‘sıfır reklam’ın bir ütopya olduğunu ben de biliyorum. Ancak çoğu
istemeyen, azı bulamaz. Reklam avcılığı, tüketicinin, karşı olmanın içerdiği
reklama ve şirkete karşı bilinçlenme olgusuyla sınırlı kalmamalı, kendi
gücünün farkına varma bilincini de hedeflemelidir. Hedef olarak açık ya da
gizli pazar biçiminde işleyen silah üreticilerini ve onların pazarlayıcılarını yani
silah tüccarlarını gözden kaçırmamak ve ilaç tüketiminin gereksiz ve aşırı
kullandırılmasına karşı bilinçlenmeyi de unutmamak gerek.
Son söz:
Asfalt yolda yürümek zorunda bırakılan kirpinin dikenleri, hayatta kalması için
yetmez.
Notlar:
(1) Naomi Klein; Nologo; Bilgi yayınevi; Ankara; 2002; 3. basım (s: 309)
(2) Ayni yazar, ayni kitap (s:327)
(3) Ay, ak (s: 304)
(4) Ay, ak (s: 485)
(5) Ay, ak aynı sayfa
(6) Ay, ak (s: 486)
(7) Ay, ak (s: 305)
(8) Ay, ak (s: 302)
(9) Ay, ak (s: 311)
(10) Ay, ak (s: 306)
(11) Ay, ak (s: 308)
(12) Ay, ak (s: 309)
(13) Ay, ak (s: 330)
(14) Ay, ak (s: 327)
(15) Ay, ak (s: 307-8)
(16) Ay, ak (s. 306)
(17) Ay, ak (s: 306-307)
(18) Ay, ak (s: 309)
(19) Ay, ak (s: 310)
(20) Ay, ak, as
(21) Ay, ak (s: 320)
(22) Ay, ak (s: 315)
(23) Ay, ak (s: 328)
(24) Ay, ak (s: 318)
(25) Ay, ak as
(26) Ay, ak (s: 317)
(27) Ay, ak (s: 318)
(28) Ay, ak as
(29) Ay, ak (s: 330)